Kırmızı Kaşık

25 Eylül 2012 Salı

Adını Ben Koydum

Uzun süredir bu yazıyı yazmaya çalışıyorum ama bir türlü fırsat bulamadım. Sonunda burdayım ve yazım da hazır. Geçenlerde biricik adaşım ev ziyaretine geldi. Oturduk, sohbet ettik, özlem giderdik derken tatlı bir şeyler yapmaya karar verdik. Basit bir şeyler arıyorduk. Uzun süre nette dolandık neler yapabiliriz diye düşündük. En sonunda çok önceden bir TV programında gördüğüm bir tarif geldi aklıma. Detayları tam hatırlamıyordum ama basitti ve istediğin şekilde bir harç hazırlayıp çok kısa bir sürede hazırlanabilirdi. Hemen bir alış-veriş listesi hazırlayıp alış-verişe çıktık ve bu tatlıyı yapmaya başladık. Yaparken güldük, eğlendik ama hatalarımız da oldu tabi ki. Muzlar kararmasın diye limon sıkmak da bunlardan biriydi. Fırından çıkar çıkmaz yediğimizde tadı nispeten iyiydi ama uzun süre muhafaza edemedik. Ayrıca iç harcını hazırlarken yanlış seçimlerde bulunduğumuz için tadının görüntüsü kadar iyi olduğu söylenemezdi. Bu kez bir kaçamak yapıp çoğu şeyi hazır aldık ve zamandan tasarruf ettik. Tatlıya ihtiyaç duyulan zamanlarda kısa süre içinde yapılabilecek alternatif bir tatlı oldu.
 Tatlıyı yaptıktan sonra bir sorunumuz daha vardı o da isminin ne olacağıydı. Uzun süre düşündük ama "külah tatlısı"ndan öteye geçemedik. İkimiz de onaylamadığımız için adını öyle koymadık tabi. Arkadaşım kendi blog'unda bu tatlıya "Adını Sen Koy Tatlısı" demiş. Ben de adını kendim koydum ve ispanyolcada tövbekarlar anlamına gelen "Penitentes" kelimesini uygun gördüm. İspanya'da Paskalya zamanında görme fırsatı bulduğum, ellerinde mumlarla yalın ayak sokaklarda yürüyen kukuletalı tövbekarları anımsattığı için bu isim oldukça uygun göründü bana ve adını "Penitentes" koydum.

Malzemeler:
* 2 adet muz
* 2 adet kivi
* 1 kase vişne
* 1 adet nektar
* 2 paket pasta kreması
* 3 çay bardağı süt
* 1 paket milföy hamuru

     Malzemeleri hazırlamadan önce kağıttan külahlar yapıyoruz.
Dışını alüminyum folyoyla kaplayıp şerit şerit kestiğimiz
milföy hamurunu bu külahlara sarıyoruz. Milföy hamurlu külahları tepsiye dizip önceden 180 derece ısıtılmış fırında 25-30 dakika pişmeye bırakıyoruz. Bu esnada meyveleri küp küp doğrayıp, 3 çay bardağı sütle çırpıp hazırladığımız pasta kremasının içine katıyoruz. Daha sonra fırından çıkardığımız külahların içine bu harçtan koyup üzerine pudra şekeri serpiyoruz ve tatlımız hazır oluyor. İç harcını siz istediğiniz gibi yapabilirsiniz. Bizim meyve seçimlerimiz iyi olmadı çünkü. Çikolata ve muzla da pekala iyi bir harç yapılabilir. Sizin isteğinize kalmış tabi.


  Afiyet olsun:)


Hey Okay! by Agua de Annique on Grooveshark

23 Ağustos 2012 Perşembe

5 Çayı Kurabiyesi

Bu kurabiyeleri bisküvi hamurundan yaptım. Cheesecake'i yaptıktan sonra aklıma geldi. Bisküvileri rondodan geçirdikten sonra elde ettiğim unu, kurabiye yaparken kullanabilirim diye düşündüm. Tadı çok mükemmel oldu diyemem ama çayın yanında iyi gidiyor. Yapılışı ise şöyle;



Malzemeler:

* 2 paket Eti Burçak
* 2 adet portakalın rendesi
* 2 yemek kaşığı yoğurt
* 1 çay bardağı süt
* yarım çay bardağı sıvı yağ
* 2 yemek kaşığı pudra şekeri
* 1 paket vanilya
* 1 çay bardağı dövülmüş fındık

Bisküvileri rondodan geçiriyoruz. Bütün malzemeleri bir kapta karıştırıyoruz. Hamurdan ufak ufak parçalar alıp pişirme kağıdıyla kapladığımız tepsiye diziyoruz. Önceden 180 derece ısıtılmış fırında 35-40 dakika pişiriyoruz. Chan Chan by Buena Vista Social Club on Grooveshark

New York Cheesecake

İtiraf etmek gerekirse cheesecake'i bir türlü sevememiştim ben. İnsanların bunu nasıl sevdiğine de bir türlü anlam verememiştim. Bundan yaklaşık 2-3 ay önce annem duygulanmış benim için cheesecake almış. Kadıncağız beni düşünmüş almış diye yedim ama ben öyle cheesecake yemedim şimdiye kadar. Artık cheesecake'e saygı duyabilirdim çünkü o güzel bir şeydi, gereken değer verilmeliydi bu tatlıya. Annem bu kadar çok beğendiğimi görünce bir arkadaşından cheesecake tarifi aldı. İlk deneyi tek başına yaptı. 2-3 gün önce de ikincisini beraber yaptık. Tarif oldukça kolay ama fırın işi, olayı biraz uzatıyor. Kendi yaptığınız cheesecake'i yemek istiyorsanız 2-3 saaati gözden çıkarmanız gerekiyor. Her neyse hemen tarife geçelim.

Malzemeler:

* 2 paket Eti Burçak Bisküvi
* 3 yemek kaşığı süzme yoğurt
* 2 paket labne peyniri
* 1 su bardağı pudra şekeri
* 3 adet yumurta
* 3 yemek kaşığı tereyağ

üzeri için (Pelte)
* 1 kase vişne
* 1 yemek kaşığı tereyağ
* 1 su bardağı şeker
* 1 su bardağı su
* 1 yemek kaşığı nişasta

Bisküvileri rondodan geçiriyoruz. Üzerine eritilmiş tereyağımızı döküyoruz ve karıştırıyoruz. Kelepçeli kek kalıbının içine bu hamuru yerleştiriyoruz ve buzdolabına kaldırıyoruz. Ayrı bir kapta yumurtaları çırpıyoruz. Üzerine pudra şekerini, yoğurdu ve labne peynirini ekleyip çırpmaya devam ediyoruz. Bu sıvı karışımı kek kalıbının içindeki hamurun üzerine döküyoruz. Kalıbın üzerini alüminyum folyo ile kaplayıp içine su konulmuş fırın tepsinine yerleştiriyoruz. Önceden ısıtılmış 165 derecelik fırında 2 saat pişmeye bırakıyoruz. Bu sırada pelte için vişneleri ayıklıyoruz. Daha sonra vişneleri tereyeğını ve şekeri tencereye alıp 15 dakika pişiriyoruz. Ayrı bir tarafta 1 su bardağı suyla nişastayı pişiriyoruz ve bu ikisini karıştırıyoruz. Bunun yerine hazır pelte ya da reçel de kullanılabilir ama tadı istenildiği gibi olmuyor ne yazık ki. Kendi yaptığınız pelteyi kullanmakta yarar var. Fırından cheesecake'i aldıktan sonra soğumasını bekliyoruz ve üzerine peltemizi ekliyoruz, cheesecake'imiz hazır!

Catch Yer Own Train by The Silver Seas on Grooveshark

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Bu Karpuzla Ne Yapılır ki?


Resmi olarak yazın bitmesine bir ay kala bu soruyu kendime defalarca sordum; Bu karpuzla ne yapılır ki? İtiraf etmek gerekirse bu sene doğru düzgün bir karpuz yiyemedim. Hep lif hep lif, böyle saçak saçak olmuş böyle bir garip olmuş, yazık. Yesen yenilmez, atsan atılmaz. Sonra ben bunu içerim ya dedim ve ortaya bu deneysel tarif çıktı. Tadı da fena olmadı hani, bu sıcak günlerde iyi gidebilecek cinsten bir şey oldu. Herkes yapsın bence yoksa o karpuzlar boşa gidecek, gitmesin. Tarifi de şöyle;

Malzemeler:

(1 bardak için)
* 1 dilim karpuz
* 6-7 tane küp buz
* 1.5 tatlı kaşığı pudra şekeri
* Tarçın
* Limon

Buzları blender'dan geçiriyoruz. Ayrı bir kapta karpuzların çekirdeklerini ayıklayıp üzerine limon sıkıyoruz, pudra şekeri ve tarçını da ekliyoruz. Bu karışımı da blender'dan geçiriyoruz. Karışımı buzların olduğu kaba aktarıp karıştırıyoruz. İçeceğimiz servise hazır hale geliyor. İçeceği bardaklara koyduktan sonra üzerine dağ çileği reçeli de ekledim ben, güzel oldu, tavsiye ederim.





L'Arrivee Sur L'ile by Yann Tiersen on Grooveshark

28 Temmuz 2012 Cumartesi

12 points go to turkey!!!

         Bütün puanlar bu yemeğe gelsin. Bu benim hindi etiyle yapılmış ilk deneyim. Kendi ellerimle yaptım diye söylemiyorum ama çok başarılı oldu. Artık "Le Cordon Bleu"  gelip beni renklerine katsın lütfen. İnsanlar daha fazla bu lezzetten mahrum kalmasın istiyorum. Şaka bir yana bu deney benim masterpiece'im olarak sayılabilir. Biliyorum ilerlemem gereken uzuuun bir yol var daha ama bu nerede olduğumu görmem için iyi bir fırsattı. Bu yemeği yaparken farkettim ki artık daha koordineli hareket edebiliyorum ve kısa sürede çok daha fazla şey yapabiliyorum. Kendime saygı duymayı hakkettim sanıyorum:)


      Her neyse bir an önce yemeğin hikayesine geçmek istiyorum. Her şey buzdolabında gördüğüm bir paket tavukla başladı. Ben kafamda şöyle yapsam böyle yapsam yanına da şundan yapsam diye düşünürken paketi elime almamla bütün planlarım altüst oldu çünkü elimde tuttuğum bir paket tavuk eti değil hindi etiydi ve daha önce hiç hindi eti pişirme deneyimim olmamıştı. Diğer etlere göre daha sert olduğunu biliyordum ve mantıken daha geç pişmesi gerekirdi. Bunları düşünürken hevesim kırılmadı dersem yalan olur ama kısa sürede kafamda başka şeyler belirdi. Hemen yeniden plan yaptım ve bu muhteşem yemeği yapmaya başladım.

Malzemeler:
* 1 paket hindi göğsü
* 3 adet orta boy patates
* 2 adet orta boy soğan
* Balzamik sirke
* 1 adet yumurta
* Galeta unu
* İrmik
* Hamur kabartma tozu
* Muskat
* Tarçın
* Zencefil
* Tuz, karabiber, kırmızı biber

sos için;
* acı biber salçası
* zeytin yağı
* kekik

    İlk olarak hindi etlerini sıcak sirkeli suda 5-10 dakika bekletiyoruz. Etleri yıkayıp üzerine zencefil, tarçın, karabiber, kırmızı biberden oluşan baharatlarımızı ekliyoruz. Daha sonra etleri fırın poşetine koyuyoruz. Önceden 200 derecede ısıtılmış fırına yerleştiriyoruz ve 50 dakika bekliyoruz. Fırında etlerimiz pişerken patatesleri küp küp kesiyoruz, soğanları da fazla büyük olmamak kaydıyla doğruyoruz. Bir kase içinde 1 yumurtayı, isterseniz biraz süt ekleyip, 1 çay kaşığı kabartma tozuyla birlikte çırpıyoruz. Küp küp kestiğimiz patatesleri önce yumurtaya daha sonra  irmik, galeta unu ve çok az da tarçından oluşan karışımımıza batırıyoruz. Diğer yandan soğanları balzamik sirkeyle ovuşturup üzerine muskat ve çok az da tarçın ve karabiber ekliyoruz. Daha sonra patatesleri ve soğanları bir tavaya alıp kızartıyoruz. Kızarttığımız patates ve soğanları geniş bir kaba alıyoruz ve üzerine de fırında pişirdiğimiz hindi etlerini yerleştiriyoruz. Ardından ayrı bir kapta acı biber salçası, zeytin yağı ve kekik kullanarak hazırladığımız sostan ekliyoruz. Hepsi bu kadar! Sizce de 12 puanı fazlasıyla haketmiyor mu?


Durme Durme by Eliyahu Sills on Grooveshark

29 Nisan 2012 Pazar

Baykuş Kurabiyeleri

Tam sözlerini hatırlamıyorum ama şöyle başlıyordu sanırım "Bir dostu olmalı insanın, çokca sevdiği" diye. Çok değer verdiğim biri yazmıştı böyle bir şiiri. Sonra benden okumamı istediğinde, "Senin için yazdım diyemem ama yazarken sen aklıma geldin" demişti. Oysa bu bile yeterliydi benim için. Şimdi size bu insanı anlatmaya kalksam kelimeler kifayetsiz kalır. Hiçbir şey yazamam hakkında. Biliyorum o mükemmel değil hatta ben de mükemmel değilim ama biz birlikteyken mükemmeliz bunun farkındaydım. Her kusursuz olanın kaçınılmazı gibi bizim ilişkimiz de darbe aldı. Tutturdu ben okuyacağım diye İstanbul'llara filan gitti, engel olamadık kızımıza:D Neyse ki böyle uzaktan uzaktan yürütmeye çalışıyoruz ilişkimizi. Zor olmuyor diyemem tabi ki. Fazla konuşamıyoruz. Onun boş zamanı bana uymuyor, benimkisi ona... Bazen günlerce hatta haftalarca konuşamadığımız oluyor. Hani derler ya iyi arkadaş başına gelen bütün mükemmel hikayeleri bilen, iyi bir dost ise o hikayeleri seninle beraber yaşayandır diye. Hayatımın en mutlu anlarında başrollerini paylaştığım insana şimdilerde yaşadığım mutlu anlarımı anlatabilecek zamanı bile  bulamıyorum. Bir insan birine gerçekten değer verirse herşeyde onu buluyor. Ne biliyim bir şarkı dinliyorum, o şarkıyı onunla beraber dinlediğimiz aklıma geliyor ya da yemek yiyecek oluyorum beraber yaptığımız yemekleri hatırlıyorum falan böyle sürüp gidiyor bu. Oysa bizim hiç ortak yanımız yok onla. Belki de aramızdaki dostluğun bu kadar kuvvetli olmasının bir nedeni de budur. Olur ya herhangi bir şeyden ikimiz de hoşlanabiliyorsak o bizim sayılı ortak beğenilerimizden biri oluyor ve ona sıkı sıkı bağlanıyoruz çünkü dediğim gibi başka ortak noktamız yok. Birbirine zıt insanlarız biz. Her neyse bunları neden anlattım. Baykuşlar için anlattım. Yegane ortak beğenilerimizden birisi de baykuşlar. Baykuşları çok seviyoruz, onlara değer veriyoruz. Sonra ne zaman baykuşlu bir şey görsek birbirimizi hatırlıyoruz filan:D Dün de onu ne kadar özlediğimi anladım ve böyle bir şey yapmaya karar verdim. Onun için de sürpriz olur diye düşündüm. Belki yanımda değildi ama ben onun yerine de yedim merak etmesin lütfen.

Malzemeler:
* 1 paket margarin
* 2 su bardağı un
* 2 su bardağı buğday nişastası
* 1 su bardağı pudra şekeri
* 3 yemek kaşığı kakao

Yumuşamış margarini, unu, nişastayı ve pudra şekerini kulak memesi kıvamına gelene kadar yoğuruyoruz. Hamurun yarısından biraz daha fazlasını bir kenara ayırıyoruz. Kalan az hamura kakaoyu ekliyoruz ve kakao homojen bir şekilde dağılana kadar yoğuruyoruz. Daha sonra sade hamuru merdane yardımıyla dikdörtgen bir biçimde çok ince olmayacak şekilde açıyoruz. Üzerine streç film ya da pişirme kağıdı koyarak hamuru açarsanız daha iyi sonuçlar elde edersiniz.





Kakaolu hamuru silindir haline getiriyoruz ve açtığımız diğer sade hamurun üzerine yerleştiriyoruz.




Rulo haline getirip bu hamurdan dilimler kesiyoruz. Daha sonra bu iki dilimi birbirine yapıştırıp baykuş şekli veriyoruz ve kakaolu kısımların ortasına göz olarak fındıkları yerleştiriyoruz.






Hepsini tepsiye yerleştirip önceden ısıtılmış 170 derecelik fırında 30 dakika pişmesini bekliyoruz veee baykuş kurabiyelerimiz hazır oluyor.






"Hayat kötü,  yaşamak güzel"

26 Nisan 2012 Perşembe

Bir keresinde sınava girmiştim

      LGS miydi, OKS miydi onu bile hatırlamıyorum ama ben bir keresinde sınava girmiştim. Sınav gününden bir gün önce kurbanın gönlünü hoş tutmaya çalışırlar ya alış-verişe götürürler, yemeğe çıkarırlar falan. Bizimkisi de o misal, gezip tozup sonra da Ankara'nın köklü pastanelerinden birine tatlı yemeye gitmiştik. Görünüşüne aldanıp bi tatlı istemiştim kendime. Hoş gerçi tadı güzeldi ama yerken çok zorlanmıştım. İşte o tatlı bu tatlı. Milföy hamurlu kremalı. Yaparken o gün aklıma geldi birden. Bu da böyle bir anımdı deyip tarife geçmek istiyorum izninizle.

Malzemeler:

* 1 paket milföy hamuru

Krema için:
* 2 adet yumurta
* 2 yemek kaşığı un
* 2 çay bardağı şeker
* 1.5 su bardağı süt
* 1 paket vanilya
* 1 yemek kaşığı margarin

Kreması için margarin hariç bütün malzemeleri karıştırıyoruz. Daha sonra orta ateşte kaynamasını bekliyoruz. Kaynadıktan sonra ateşi kısıp, karıştırmadan 1-2 dakika bekliyoruz. Bekledikten sonra ocaktan alıp içine 1 kaşık margarini ekliyoruz. Kremayı soğumaya bırakıp, milföy hamurumuzu merdane yardımıyla inceltiyoruz. Üzerine bıçakla ufak ufak kesikler atıp fırına veriyoruz. 20-25 dakika 180 derecelik fırında pişmesini bekliyoruz. Fırından çıktıktan sonra bir kat milföy hamuru bir kat krema olacak şekilde kat kat tatlımızı inşa ediyoruz:) En son da üzerine pudra şekerimizi serpiştiyoruz. İşte bu kadar!
Muzicons.com

6 Nisan 2012 Cuma

Arşivden: "Elmalı Çikolatalı Toplar"

Bakınız burada neler var; çikolataaa toplarııı! Bunları yapalı 2-3 yıl oldu sanırım. Eski bir usb belleğin içinde buldum bu fotoğrafı ve çok mutlu oldum. Bu topları yaptığım o gün aklıma geldi. Televizyonun karşısına geçip petibör bisküvileri ufalayan bir tip; ben. Efendim bu tarif hem çok basit hem de çok lezzetli. Üstelik petibör bisküvileri ufalamak dışında fazla da uğraştırmıyor. Bisküvileri de elinizle ufalamak zorunda değilsiniz hem. Rondo ya da benzeri bir mutfak robotuyla saniyeler içinde bisküviler un ufak olabilir. İlk yaptığımda üşengeçlik edip robotu çıkarmamıştım. Elimde hemen yaparım dedim ama yanılmışım işte. Elimle yapınca daha çok uğraştım. Hemen tarife geçiyorum.

Malzemeler:
* 1 adet küçük elma,
* 1.5 paket sade petibör bisküvi,
* 1.5 yemek kaşığı kakao,
* 1 çay bardağı süt,
* 1 yemek kaşığı şeker,
* üzeri için hindistan cevizi

Bisküvileri robottan geçiriyoruz. Rendelenen elmayı katıyoruz. İkisini iyice karıştırdıktan sonra diğer malzemeleri de ekliyoruz ve hamur haline getiriyoruz. Daha sonra bu hamurdan ufak ufak parçalar alıp top haline getiriyoruz. Hindistan cevizine batırıp servis yapıyoruz.


Muzicons.com

13 Mart 2012 Salı

cafe & restaurant deneyimleri, vol.1

    İki hafta önce Fırıncı Orhan'daydım. Ankara Çukurambar'da etkileyici dış görünüşe sahip bir yer. Sanırım Eryaman'da da bir şubeleri varmış ama henüz görme şansım olmadı.
      Dış görünüşünden fazlasıyla etkilenip, içeriye beklentilerle giriyorsunuz ve tabi ki içerisi sizi fazla tatmin etmiyor ama yine de güzel değildi demek pek de adil olmaz sanırım. İç kısmın bir bölümü gurme ürünlerin satışa sunulduğu bir markete ayrılmış, bir kısmı fırına ve geriye kalan kısmı da restoran'a ayrılmış. Restoran kısmı biraz ufak kalmış bu da buranın bir eksisi. Öte yandan içerden geçiş yapabileceğiniz bir kış bahçesine sahip. Buraya iki kere geldim fakat, kış bahçesinde yemek hiç nasip olmadı. Eğer imkanınız olursa o kısımda yemeyi bir deneyin derim. Üstelik iç kısım gibi ayakaltı değil. Yemeğinizi, garsonların masa aralarındaki koşuşturmalarıyla bölünmeden yeme imkanı bulabilirsiniz belki. Mekan kısaca böyle. Hizmet konusunda da garsonların yetersizlikleri dışında pek bir sorun yaşamadık. Belki de mekan yeni yeni düzene girdiği için, henüz alışma dönemini atlatamamışlardır. Gel gelelim yemeklerine. Girer girmez sizi karşılayan tezgahtaki ev yemekleri dışında menü fazla da geniş değildi. Pizza, pide, kebap ve ızgaralar dışında pek de bir şey yoktu. İlk geldiğimde ne yediğimi tam olarak hatırlayamıyorum ama bu son gidişimde beyti istedim. Beytinin tadı fena değildi ama aynı tabakta servis edilen sebze ızgaraladan bahsetmeden geçemeyeceğim. Yediğim her şeyin nasıl yapıldığını az çok kestirebilecek durumdayım ama o sebzelerde hem kızartma, hem ızgara tadı vardı ama haşlanmış gibi de kendi renklerini koruyorlardı. Yemek boyunca onların nasıl yapıldığını düşündüm ve sonunda, ilk olarak haşlandıklarını fazla yumuşamadan kızdırılmış yağa değdirilip, son olarak da kısa bir süre ızgarada bekletildiğine kanaat getirdim. Bir kabak tek başına nasıl güzel olur sorusunun cevabını almış oldum böylece. Arada biberler, yanlış hatırlamıyorsam patlıcanlar da vardı ve hepsi birbirinden lezzetliydi. Ufak bir çöp şişe geçirilmiş bu sebzelerin tadı hala damağımda. Tek lezzetli olan sebzeler değildi tabi ki. Yemekler gelmeden önce ikram edilen hakiki zeytinyağının ve yanındaki yeşil zeytinin tadı da bambaşkaydı. Ve ekmekler. Bir sepet içinde çeşit çeşit ekmekler... Belki de Fırıncı Orhan'ı Fırıncı Orhan yapan tek şey; ekmekler... Normalde kahvaltı dışında pek ekmek kullanmayan ben, annemin tavsiyesiyle sepetten o ekmeği aldım. Bu yaşıma geldim ve samimiyetle söyleyebilirim ki ben öyle bir ekmek yemedim. Yemek yemesem de olurdu. O ekmeği yedikten sonra, bundan önce fazla ekmek kullanmamamın haklı gururunu yaşadım. O ekmekse diğerleri neydi?  Bir ekmek nasıl bir anda kutsallaşabilmişti gözümde? Bu sorular o günden beri kafamı kurcalıyor gerçekten. Kitchen Confidential izleyenler bilir. Bir bölümde, rakip restoranda mükemmel ekmekler yapan bir adam vardı ve restoran bu sayede çok fazla müşteri çekiyordu. Bir ekmeğin peşine düşüyorlardı ve bir bölüm bununla geçiyodu. Ne kadar da abartılı gelmişti ilk izlediğimde. Altı üstü ekmekti işte. Ne kadar lezzetli olabilirdi ki Oysa ben o gün o mükemmel ekmeği bulmuştum. Herkes beğenmiş olacak ki yemekten sonra bir paket aldık fırın bölümünden. O gün ziyadesiyle doyduğumuz için evde o ekmeklerden yiyemedik ama ertesi gün yeme fırsatımız oldu ama bu ekmek o ekmek değildi sanki. Belki de bir gün bile bekletilmeden yenmesi gerekiyordu. İşte bu ekmek öyle bir ekmekti.
      Genel olarak, Fırıncı Orhan deneyimim böyleydi. 10 üzerinden bir puan vermek gerekirse 6.5-7 bu mekan için uygun olacaktır.
 Yazı müziği: http://www.myspace.com/spottiswoode/music/songs/sailing-to-byzantium-69869716

26 Şubat 2012 Pazar

Fırında Tavuk Var!


      Evde yine yemek yok ama buzdolapta mükemmel bir yemeğin bir parçası olmayı bekleyen tavuğumuz var. Sonra patatesimiz var, bezelyemiz var, mısırımız var... Yani artık mutfağa girebilirdim. Ne yapabilirim diye düşündükten sonra tavukları fırın poşetinde pişirmeye karar verdim.  Yanına da garnitürler ekleyip servis yapacaktım. Böylece bu hafif yemeği yapmaya koyuldum.

Malzemeler:


* 1 paket but bonfile
* 1.5 çay bardağı mısır
* 2 çay bardağı bezelye
* 2 adet havuç
* 3 adet orta boy patates
* sirke
* tuz
* kırmızı biber, kara biber,
  kekik, muskat

Önce tavuklarımızı sıcak suda bekletiyoruz. Tavukları süzüp, kemiklerinden arındırıyoruz. Daha sonra ılık suyun içinde bekletiyoruz. İçine bir miktar (1 çay kaşığı) sirke koyuyoruz ki tavuklar yumuşasın. Diğer yandan havuçları küp küp doğrayıp. Tencereye alıp, suda haşlıyoruz. Bezelyeyi ve mısırı da ekliyoruz. Havuç, bezelye ve mısır bir tencerede haşlanırken ayrı bir tencerede patatesleri haşlıyoruz. Tavuğun suyunu süzüp kırmızı biber, karabiber, kekik ve muskatı ekliyoruz. Ayrıca belirtmeden geçemiyeceğim muskat çok farklı bir tat veriyor. Denemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Bu buharatla ilk kez İspanya'da tanıştım. Nerelerde kullanıldığını bilmiyordum. Sonradan öğrendim keklerden et yemeklerine kadar her yemekte kullanılabiliyormuş. Nitekim ilk deneyimimde olumlu sonuçlar aldım. Şimdi hemen hemen her yemekte az da olsa katıyorum. Muskatı da ekledikten sonra içi una bulanmış fırın poşetine tavukları yerleştiriyoruz. Belli yerlerinden poşeti deliyoruz. Önceden ısıtılmış 200 dereceyi geçmeyen fırında 25-30 dakika pişiriyoruz. Haşlanan patatesleri blender'dan geçirip biraz limon ekliyoruz(kararmaması için). Yoğun olmasını isterseniz içine bir miktar tam buğday unu ekleyebilirsiniz. Patates püremizi de hazırladıktan sonra fırından, pişen tavuğumuzu alıp pırasa yatağının üzerine koyuyoruz(Pırasa yemeği önceden vardı.) Haşlanan garnitürleri de yanına alıp, kenarlarını da patates püresiyle süslüyoruz. Üzerine de istediğiniz gibi bir sos hazırlayabilirsiniz.




Muzicons.com

23 Şubat 2012 Perşembe

Makarna da yemektir

Geçenlerde dizüstü bilgisayarımın fanında sorun vardı ben de geçici bir süre masaüstüne geçtim. Uzun süredir açmamıştım bu bilgisayarı. Meğerse içinde unuttuğum o kadar çok şey varmış ki; resimlerim, müziklerim, yazışmalarım...  geçmişe ufak bir yolculuk yaptım desem yeridir. Resim dosyalarımı karıştırırken bu fotoğrafı buldum. Daha sonra neden olmasın dedim ve tarifini sizlerle paylaşmaya karar verdim. Bildiğimiz makarna işte, değil. Evde yiyecek bir şey yoksa, günün menüsünü beğenmediysek hemen bir makarna yapayım mantığının makarnanın değerini azalttığını düşünüyorum. Oysa makarnaya gereken önem verilse bugün bunları konuşuyor olmazdık. Ayrıca size şunu söyleyebilirim ki makarnayla harikalar yaratmak o kadar kolaydır ki. Hem görsellik hem de lezzet açısından tatmin edici deneyimler ortaya çıkabilir.

Malzemeler:
* 1-2 adet patlıcan
* 5 adet mantar
* 1 adet patates
* 2 yemek kaşığı salça
* 1 yemek kaşığı biber salçası
* 2-3 dilim pastırma
* 1 paket spagetti

Önce spagetti için suyumuzu kaynatıyoruz, tuz ekleyip spagettileri kırmadan tenceremize alıyoruz. Bir yandan da patlıcanların kabuklarını soyup küp küp (ufak ufak) doğruyoruz ve bir kap içinde kaynamış su ve ılık suyu karıştırıyoruz üzerine tuz ekleyip patlıcanlarımızı da bu kaba alıyoruz. Patatesleri de küp küp kesip bir tavada kızartıyoruz. Patatesleri kızarttıktan sonra tuzlu suda beklettiğimiz patlıcanları da kızartıyoruz. Mantarları doğrayıp tencereye alıyoruz ve yumuşayana kadar pişiriyoruz. Kızarttığımız patlıcanları ve patatesleri de ekliyoruz. Ayrı bir kapta domates ve biber salçasını karıştırıyoruz. Kıvamı açılana kadar su ekliyoruz. Bu sosu mantar, patlıcan ve patateslerin olduğu tencereye aktarıp kısık ateşte pişmesini bekliyoruz. Spagettiler yumuşadıktan sonra içine biraz sıvıyağ ekliyoruz (birbirine yapışmaması için) kısık ateşte 5 dakika daha bekletip süzüyoruz. Sosu hazır olduğunda üzerine ilave edip, ince ince kıyılmış pastırmaları da ekleyip servis yapıyoruz. Ve tabi ki kekiksiz olmaz!
Muzicons.com

11 Şubat 2012 Cumartesi

patatesli milföy böreğim


Belki de yapması en kolay böreklerden biri, milföy böreği. Hatta yapması en kolay börek, evet. Davetsiz bir misafir geldiğinde hemen o anda yapılabilecek bir börek. O yüzden dondurucuda olmazsa olmazlardan bir tanesi milföy hamuru. Bu tarifimizde de beni uğraştırdı diyebileceğim tek şey iç harcı oldu. Ona da fazla uğraşmadım da işte hamuru kapamanın yanında bir külfet gibi görünebilirdi tabi.





Malzemeler:
* Milföy hamuru
* 1 adet yumurta

iç harcı için:
* 2 adet orta boy patates
* Kaşar peyniri
* Kekik

Patatesleri haşlıyoruz. Haşlandıktan sonra püre haline getiriyoruz içine rendelenmiş kaşar peyniri ve kekiği ekliyoruz. Harcı milföy hamurlarına eşit bir şekilde dağıtıyoruz ve muska biçiminde kapatıyoruz. Yağlanmış tepsiye dizip üzerine yumurta sarısını sürüyoruz ve fırına veriyoruz. 180-190 derecelik bir fırında 30 dakika pişiriyoruz ve patatesli milföy böreğimiz hazır oluyor.

Un Kurabiyesi ve Diğerleri

Neden un kurabiyesi? çünkü ben un kurabiyesini çok seviyorum. Onu diğer kurabiyelerden üstün tutuyorum çünkü o çok özel. Un kurabiyesi deyip geçmiyorum mesela. Bu kurabiyeyi yapmak ilk kimin aklına gelmiş cidden çok merak ediyorum. Her neyse lafı fazla uzatmadan tarife geçiyorum.

Malzemeler:
* 1 paket margarin
* 4 yemek kaşığı pudra şekeri
* 1 paket vanilya
* un

İlk olarak margarinle pudra şekerini karıştırıyoruz. Margarini oda sıcaklığındaki haliyle de kullanabilirsiniz. Ben ızgarada bir kap içinde biraz eritiyorum. Pudra şekerini margarine iyiyce yediriyoruz. Vanilyayı katıyoruz ve alabildiğince un ekliyoruz. Hamuru yoğurduktan sonra ufak ufak parçalar alıp elimizde yuvarlıyoruz üzerine hafif hafif bastırıp yağladığımız veya pişirme kağıdıyla kapladığımız tepsiye yerleştiriyoruz ve fırına alıyoruz. '5-30 dakikalık bir pişirme süresinin ardından (renginin açık kalmasına dikkat ediyoruz) fırından alıyoruz ve kurabiyeleri tek tek pudra şekerine buluyoruz.

Bu yazımı da bu kurabiye gibi yumuşacık bir şarkıyla sonlandırıyorum:)


Muzicons.com

7 Şubat 2012 Salı

Kunta Kinte


Bu kek o kadar çok hatıra barındırıyor ki, ne zaman yesem hüzünlendirir beni. Bu keki ilk kez bir komşumuzda yemiştim. Çok eskidendi, o yüzden hep çocukluğumu hatırlatır bana. Annem komşumuzdan tarifini istediğinde adının nereden geldiğini de anlatmıştı bana. Onların zamanında  zenci bir kölenin başından geçen olayları anlatan  bir dizi varmış, bu kölenin adı da kunta kinte imiş. Bu kek de kara olmasından mütevellit kunta kinte adını almış. Bu ismi ona komşumuz Nilgün Teyzenin verdiğini düşünürdüm ama yıllar geçtikçe bir kaç kişiden daha duydum ama ben hala o ismi ona Nilgün Teyzenin verdiğine inandırmak istiyorum kendimi, büyüsü bozulsun istemem sonuçta.

Malzemeler:

* 3 yumurta
* 1 su bardağı şeker
* 1 bardak süt
* yarım su bardağı sıvıyağ
* 4 yemek kaşığı kakao
* un
* 1 paket vanilya
* 1 paket hamur kabartma tozu

Önce yumurta ve şekeri köpürünceye kadar çırpıyoruz. Sonra süt, yağ ve kakaoyu ekliyoruz. Daha sonra bu karışımdan 1 su bardağı kadar ayırıyoruz, üzeri için. Unu, vanilyayı ve kabartma tozunu ekliyoruz ve kaba boşaltıp fırına veriyoruz. Önceden ısıtılmış 180 derece fırında 25-30 dakika pişiriyoruz. Fırından çıktıktan sonra ayırdığımız bir bardaklık sosu kekin üzerine döküyoruz. Bir bardak sos az geldiği için ben ayrıca çikolata sos yapıp ondan da döküyorum. 


Hotel Rye'nin Krepleri

İskandinavya turumuzun son durağıydı Danimarka. Kopenhag'da bir otel ayarlamıştı babam. Bin bir hayalle geldiğim Kopenhag'da, başlarda hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur. Otobüsten iner inmez etrafa bakındım. Çok kasvetli, kirli ve soğuk göründü bana. Gezdiğimiz şehirler arasında en kötüsü bu olacaktı herhalde diye düşündüm. Tüm bu düşünceleri kendime saklayıp otelin yolunu tuttuk. Otele geldiğimizde ikinci bir hayal kırıklığını da yaşamış oldum. Burası eski bir apartmandan bozma kötü bir pansiyondu sanki. Memnuniyetsizliğimi belli etmeden odaya geçtik. Babam yüzümden anlamış olacak ki "Burada iki gün kalamam dersen uçuşumuzu erkene alabilirim" dedi. Hemen kabul ettim. Türk Hava Yolları'nı aradık ve bunun mümkün olamayacağını söylediler ve bu otelde iki gün kalacağım gerçeğiyle böylece yüzleşmiş oldum. Geldiğimiz gün ufak bir şehir turu yaptık. Çok yorgun olduğumuzdan fazla da zorlamadık kendimizi. Hava kararmaya başlayınca otele geçtik.  Otelin ortak alanı sayılan salonda babamla oturuyorduk.

Gezmek için çok yorgunduk ama otelde kalmak da bizi fazlasıyla sıkıyordu. Babamla satranç oynadık, salonun sehpası üzerinde duran ziyaretçi defterine bir göz attım. Bir kaç fotoğraf vardı. Yemek yenilen yerde, salonda, girişte çekilmiş. Sanki onlar otele gelen turistler değil de o evde yaşayan, aileden biriymiş gibiydiler. Deftere de samimi şeyler yazmışlardı. Bir an saatler öncesinde gelip de burun kıvırdığım otelde olduğumu unutmuştum. Belki de alışmıştım. Hep böyle olmaz mıydı zaten. Bir şey olsun istemezsiniz, hayat onu burnunuzun dibine kadar getirir ve zaman geçtikten sonra bir bakarsınız alışmışsınız. Artık kabullenmiştim ve iki günüm burada geçecekti. Sabah erken kalkıp kahvaltıya indik. Fazla büyük sayılmayacak bir tezgahta çoğunluğunu çeşit çeşit meyve sularının oluşturduğu kahvaltılıklar vardı.


Haliyle seçme şansım olmadığından bulduğumu yedim. Otel sahibesi geldi. Sıcak bir gülümsemeyle çaylarımızı koydu. Sanki otel bu bayanın eviydi de biz de ona misafirliğe gelmişiz gibi hissettim. Belki de burayı güzel kılan buydu. İnsanlar bu yüzden buradan memnum ayrılıyorlardı yoksa ziyaretçi defterindeki yazılanların o mutlu insanların    
olduğu fotoğrafların başka bi açıklaması olamazdı. Her neyse tezgaha tekrar göz attıktan sonra üstü tencere kapağı gibi bir şeyle örtülmüş bir kap gözüme çarptı. Hemen kapağı kaldırdım veee işte Hotel Rye'nin krepleriyle tanışmam böyle oldu. Hemen tabağıma bir tane aldım, üzerine de biraz fıstık ezmesi ve biraz da çikolata koydum ve tabi ki afiyetle yedim. Bir daha da öyle bir krepi ne gördüm ne duydum. Belki tadı mükemmel değildi ama o krep yokluğun içinde bir varlıktı. Çöldeki suydu adeta :p Sabahlarımı bu kreple şenlendirdiğim Hotel Rye'den ayrılma vakti gelmişti artık. Buna ben de inanamamıştım ama otelden ayrılırken bir burukluk vardı hani. Ayrıca burası İskandinavya turumuzun da bitiş noktasıydı. Eve dönme zamanı gelmişti artık. Ankara'ya geldikten sonra defalarca krep yapmayı denediysem de istediğim gibi olmadı. Daha sonra ben de pankek yapmaya karar verdim. Belki krepin yerini tutmazdı ama idare edebilirdi işte. Bu da benim pankeklerimin tarifi:

Malzemeler:
* 1 yumurta
* 1 su bardağı süt
* 1 su bardağı un
* 1 yemek kaşığı sıvı yağ
* 1 paket vanilya
* yarım paket hamur kabartma tozu

Malzemelerin hepsini karıştırıp teflon tavaya parça parça döküyoruz ve pankeklerimiz hazır oluyor.
 
Muzicons.com

5 Şubat 2012 Pazar

Fas'da çay saati


   2001 yılında kendimi Fes'in labirent sokaklarında bulmadan önce ne Fes ne de Fas hakkında bir bilgim olduğu söylenemezdi. Fas öyle bir ülke ki ne bir boğaz ötesindeki İspanya'ya, Portekiz'e benzetmek mümkün ne de hemen yanı başındaki Cezayir'e... Bir masal ülkesi burası, henüz duyulmamış bütün mistik hikayelerin doğduğu topraklar sanki. Cebelitarık Boğazından geçerken başladı bizim hikayemiz. Burada tatlı ve tuzlu suyun birbirine karışmadığını söylemişti babam. Fas'ın büyüsü böyle karşılamıştı işte bizleri. Her ne kadar Fes'e ayak bastığımda heyecanımı yitirir gibi olduysam da labirent sokaklarına vardığımızda bu şehir, beni yakalayıp hikayeye dahil etmesini bilmişti. Kök boyanın kokusu sarıyordu şehrin dört bir yanını; mavinin, yeşilin, sarının en güzel hali buluşmuştu adım attığımız her sokakta. Öyle bir maviydi ki buranın mavisi, huzurdan başka birşey hissettirmiyordu insana. Bir yeşili vardı ki baktığın zaman içini ferahlatıyordu insanın. Bir de sarısı vardı tabi ki içinde sayısız sırrı barındıran bir büyüydü sanki. Sokakta yan yana iki kişi zor yürürdü belki ama nefes alıp vermemi zorlayan bu değildi elbet,  nefes kesen gizemiydi bu şehrin. Her geniş kapı bir avluya açılıyordu. Her avluda bir havuz ve suyun muhteşem sesi...  Gözümüz avlularda kalıp sokağa çıktığımızda bir Simbad belirdi karşımızda. Evet Sinbad yanlış okumadınız. Adı Sinbad idi çünkü ayağında kalkık ve sivri burunlu bir terlik vardı ve biz de bu adı uygun görmüştük ona. Bu Sinbad labirent sokaklarda kaybolmuş turistlere yol gösterip para kazanmaya çalışan gayrı resmi bir rehberden başkası değildi. Babam elindeki üzerinde "Morocco" yazılı biricik kitabımızı gösterip, bir rehbere ihtiyacımız olmadığını söylediyse de Sinbad oldukça ısrarcıydı. Tam atlattık derken bir iki sokak ötede tekrar karşımıza çıktı bu Simbad. Sonra tekrar aynı şeyler yaşandı. Daha sonraları sık sık karşımıza çıktıysa da sinsi bakışlarına maruz kalarak onu da geri de bırakmıştık. Fas deyince bu ufak hatıralardan başka pek bir şey hatırladığım söylenemez ama hissettirdikleri yeter de artar bana. Bunca şeyi neden yazdım çünkü bu çaydan bahsetmem lazım. Giriş kısmı uzun oldu farkındayım. Her neyse gel gelelim Fas'ın meşhur nane çayına ya da nam-ı diğer touareg çayı. Şekeri çay yapım aşamasındayken katılıyor. Bu çayın ikramı Fas'da bir ritüel haline gelmiş. Aslına sadık kalamadım ama ben de denedim. Bu çayın içinde yeşil çay, nane ve benim için uygun miktarda şeker var. Bu da benim nane çayım. Artık içer içer Fas'ı anarım. Bu da bu yazının müziği olsun hadi.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Simiiiit!!!

    Böyle bir oyun vardı. Hatırlar mısınız bilmem. Ben ortaokuldayken erkekler çok oynardı. Oyunun mantığını hala bilmiyorum ama hep bi çocuk olurdu "simiiiit" diye bağıran. Başlıktaki yaratıcılığımı(!) bu anıma borçluyum yani, belirteyim dedim.

    Yine evde, boş zamanımın olduğu nadir günlerden birinde simit yapmak aklıma geldi (Belli zaman aralıklarıyla ya simit ya da un kurabiyesi canım çeker genelde) ve ben de simit yapmaya başladım. Tadı fena değildi ama önceki deneyimlerime kıyasla mükemmel de sayılmazdı. Her neyse tarife geçiyorum.


Malzemeler:

* 2 yumurta
* 2 çorba kaşığı yoğurt
* 125 gr margarin
* 1 tatlı kaşığı sirke
* 1 çay kaşığı mahlep
* 1 çay kaşığı şeker
* 1 paket kabartma tozu
* Alabildiğince un
* tuz, susam, çörekotu

Unu geniş bir kaba alıyoruz. Ortasında biraz boşluk açıyoruz ve margarini (ben eriterek kullanıyorum genelde), sirkeyi, mahlebi,yoğurdu ve yumurta akını ekliyoruz. Kabartma tozunu, şekeri ve tuzu da ilave edip kulak memesi kıvamına gelinceye kadar yoğuruyoruz. Kıvam tutana kadar bazı malzemelerin miktarını arttırabilirsiniz. Hamur çok sertse yoğurt ekleyebilirsiniz. Daha sonra hamurdan ufak ufak parçalar alıp, elimizde yuvarlayıp ortasına delik açıyoruz, herbirini önce yumurta sarısına daha sonra da susam ya da çörek otuna batırıyoruz. Önceden ısıtılmış 180 derecelik fırına veriyoruz veee yaklaşık 25-30 dk sonra simitimiz hazır oluyor.

24 Ocak 2012 Salı

Kavun Soğuk Sever

Bir ay öncesine kadar "niye kar yağmıyo yaa!" diye çemkirirken bugünlerde havaların ısınmasını, güneşli günlerin gelmesini heyecanla  beklemek dengesiz bir kişiliğe sahip olduğum izlenimini uyandırır mı bilemiyorum ama ben ilkbaharı çok özledim. Ne yaz, ne de kış... En güzel mevsim ilkbahar nokta. İlkbahar  diyorum çünkü ilkbahar demek çocukluğum demek, sokakta oynamak demek.İlkbahar demek oradan buradan toplanan çağlanın verdiği heyecan demek, tezgahlarda görülen çilek demek, erik demek. İlkbahar demek güneş demek, açık hava demek, en mühimi ferahlık demek ya. Böyle bi şey işte ilkbahar benim için. Bu içecek de tam bir yaz içeceği. Tabi kavun bulunabilirse ilkbaharda da yapmak mümkün. Yapılışı da çok kolay.

Malzemeler:

(4 bardak için)
* 3 dilim kavun
* kavun miktarını geçmeyecek kadar buz
* limon
* şeker
* krem şanti
* 1 su bardağı süt

Önce kavunları blenderdan geçiriyoruz. Blenderdan geçirdiğimiz kavunları ayrı bir kaba alıp buzları da blenderdan geçiriyoruz. Daha sonra buzu kavunu karıştırıyoruz. Üzerine yeteri kadar şeker ekliyoruz biraz da limon sıkıp karıştırıyoruz. Karışımı bardaklara alıyoruz. Üzeri için de bir paket krem şanti ve sütü çırpıyoruz. Her bir bardağa krem şantiden ekliyoruz. İçindeki buzlar erimeden içeceğimizi tüketiyoruz tabi ki.
Muzicons.com

23 Ocak 2012 Pazartesi

Sahne senin Kırmızı Kaşık!




"Siz hiç kırmızı bir kaşık gördünüz mü? Ben gördüm." demek isterdim ama kırmızı kaşığın öyle ilginç bir hikayesi yok ne yazık ki. Tabi ki olsaydı iyi olurdu yani, fena olmazdı hani ama yok işte.  Her neyse bu hikayesi vardı yoktu olayını fazla uzatmayacağım.  Bir de konuyla alakalı olarak yemek yapmayı seviyorum. Mutfakta olmayı da seviyorum. Hatta gezmeyi de çok seviyorum. Sanırım Kırmızı Kaşık tam olarak bu. Gezeyim, tozayım, yiyeyim, içeyim... Ha bu arada siz hiç kırmızı bir kaşık gördünüz mü?

Recipe Blogs - BlogCatalog Blog Directory