Kırmızı Kaşık

13 Ekim 2013 Pazar

Sufleler ve Masalları

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde mutlu bir kız varmış. Mutfakta olmak, yeni şeyler denemek onu o kadar mutlu edermiş ki, bunun yerine hiç bir şey koyamayacağını sanırmış. Ne zaman kötü hissetse ya da ne zaman aşırı mutlu olsa kendini mutfakta bulurmuş. Böylece üzüldüğü bütün şeyleri unuturmuş, mutlu olduğunda da onu mutlu eden şeyleri hatırlayarak mutluluğunu devam ettirirmiş. Şimdi bu hikayenin bu sufleyle ne ilgisi var diyebilirsiniz. Şöyle ki bu benim ilk sufle deneyimim. Genelde ilk denemelerimi kendim için ve daha geniş bir zamanda yapmayı tercih ederim ama bu tarifte öyle bir lüksüm olmadı. Aniden karar verdim ve yapmaya başladım. Hediye olmasından mütevellit acaba olacak mı? zamanında yetişecek mi? tedirginliği vardı üzerimde. Neyse ki bütün bu kaygılarım boşa çıktı ve ilk deneyim için hiç de fena sayılmayacak sonuçlar aldım. Sanırım mutlu bir şekilde mutfağa girdiğim için herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmadım. Bir kere bu hediye olacaktı ve güzel olmak zorundaydı. Genelde biri için bir şeyler yaptığınızda onun, yaptığınız şeyi tattığındaki yüz ifadesini hayal edersiniz ve bu işleri daha da kolaylaştırır. O tatlı telaş yüzünden eliniz ayağınız birbirine dolaşır ama sonra o telaşenin içinde bir şeyler yapabildiğinizi gördükçe ve o yüz ifadesini hayal ettikçe ortaya güzel şeyler çıkma ihtimali de artar. En azından bir şekilde düzeltmeler yapıp ortaya sizin elinizin değdiği özel bir eser çıkarabilirsiniz. Sufle yapmayı denemeden önce sürekli düşünürdüm. Bu nasıl bir şey ki fırına verildiği halde pişince içindeki çikolata hamuru hala sıvı kalabiliyor diye. Sonra yapınca bu konu üzerinde fazla düşünmeyeye karar verdim. Çünkü bir şekilde oluyordu işte.
Yalnız çoğu kişinin de bildiği üzere bu sufleyi yaptığın an yemen lazım. Öyle bekletmeye gelmiyor, hediye yapayım şuraya götüreyim buraya götüreyim demeye hiç gelmiyor. Çünkü hemen sönüyor. Fırındayken inanılmaz kabarıkken, nasıl oluyorsa piştikten sonra 5-10 dakika içinde inmeye başlıyor ve fırından çıkardığım o mükemmel suflelerle bunlar aynı mı şimdi diye cevabını veremeyeceğiniz sorulara neden oluyor. Davetler için yapın tabi ama hediye olarak götürmeyin. Hobi olarak yine götürün ama sönüyor yani... Görsellerden de anlaşılacağı üzere fırındaki hali o kadar ihtişamlı dururken fırından çıktıktan sonraki hali daha çökmüş, sönmüş ve hüzünlü...
Fazla araştırma imkanım olmadı Ancak kabarıklığını bir süre daha muhafaza edebilmek için bir detayının ya da hilesinin olabileceğini düşünüyorum. Normal şartlar altında böyle oluyor ama. Yapılışı oldukça basit ve zevkli ama daha güzel olmasını sağlayacak ufak detaylar mutlaka vardır. En basitinden şeker seçimi; Toz şekerle mi yapılmalı yoksa pudra şekeriyle mi? hangisi daha iyi sonuç verir? ya da neyi değiştirir? Yine çikolata seçimi de bir muamma. Kakao oranı nasıl olmalı? farklı iki çikolatayı karıştırsam neler olur? Bu soruların cevabını bilemiyorum tabi ki. Bu konuda yetkili biri sayılabilmem için kontrollü deney mantığıyla en az 3-4 deneme daha yapmam gerekir.

Malzemeler:
* 4 yumurta
* 1.5 su bardağı pudra şekeri
* 3-4 yemek kaşığı un
* 1 su bardağı süt
* 80 gram bitter çikolata
* 2 yemek kaşığı kakao
* 1 yemek kaşığı tereyağı

Önce çikolataları rendeliyoruz. Pudra şekeri ve kakaoyu da üzerine ekliyoruz. Bir tencerenin içinde tereyağını eritip içine unu ekliyoruz üzerine sütü azar azar ekleyip karıştırıyoruz. Daha sonra hazırladığımız çikolatalı karışımı tencereye ekliyoruz. Çikolatalar eridikten sonra yumurtaların sarısını da ekliyoruz. Kısık ateşte 3-4 dakika pişmeye bırakıyoruz. Piştikten sonra biraz soğumasını bekliyoruz. Ayrı bir kapta yumurtaların beyazını bir tutam tuzla çırpıyoruz. Kar gibi oluncaya kadar çırpıyoruz. Katılaşması iyi bir şey o yüzden ne kadar çok çırpılırsa o kadar iyi. Daha sonra çikolatalı karışıma bu yumurtaların beyazını katıyoruz ama fazla karıştırmamaya özen gösteriyoruz. Sönerse fazla kabarmaz çünkü. Sonra sufle kaplarını yağlayıp içine toz şeker serpiştiriyoruz. Karışımı kaplara paylaştırıp önceden 200 derece ısıtılmış fırında en fazla 20 dakika olacak şekilde pişirmeye bırakıyoruz. Böylece suflemiz hazır oluyor.

Bu da hediye formatındaki hali. İnmeseydi daha tatlı görünebilirdi ama olsundu bu da böyle bir hediyeydi.

Only Love Can Break Your Heart (with Gerard O'Connell) by Va - www.musicasparabaixar.org on Grooveshark

5 Ekim 2013 Cumartesi

Benim elim değmiş gibi...


Bu yazıya nereden başlayacağımı bilemedim. Neyse fazla özele girmeden hatta hiç girmeden direkt konuya girmek istiyorum izninizle. Daha önceki yazılarımdan birinde de bahsettiğim üzere makarnayla ilgili çok değerli düşüncelerim var. Hazır makarnayı suya atıp kaynatıp bir şeyler hazırlamak kolay. Peki ya makarna hamurunu da kendiniz yapsaydınız nasıl olurdu? Bence güzel olurdu. Çünkü ben denedim ve oldu. İnsanın tamamen kendi uğraşlarıyla ortaya çıkardığı şeyin değeri bir başka oluyor insanlar. Kendi isteğinize göre karışımını hazırlayabiliyorsunuz. Daha da önemlisi içinde ne olduğunu biliyorsunuz.
Bu ayrıntılar önemli. Hazır makarnayı suya atıp ben makarna yaptım diyemem artık heralde. Şimdi size 4 saatlik makarna yapımı aşamalarından bahsedeceğim. Bu 4 saate
makarnayı yerken geçirdiğim zaman da dahil ama o kısım fazla uzun sürmedi tahmin edeceğiniz üzere. Bunun bu kadar sürmesinde benim deneyim kazanmaya çalışmamın etkisini yadsıyamayız tabi ki de. Nerelerde hata yaptığımı bulmak için ve alternatif yollar denerken ne gibi sonuçlar ortaya çıkacağını öğrenebilmek için deneme yanılmadan taviz vermedim ve acımadan 4 saatimi feda ettim amaaa biliyorum ki bundan sonraki girişimlerimde daha az zaman harcayacağım. Ayrıca böyle deneme yanılma yöntemiyle makarna yapmanın inceliklerini de tesadüfi bir şekilde öğrenmiş oldum. Tarife geçmeden önce makarnanın en önemli  bileşeni; undan bahsetmek isterdim ama o başlı başına bir gönderi konusu. Zamanım olduğunda o konuya da değineceğim. Şimdilik şu kadarından bahsetmeliyim ki ben makarna hamurunu hazırlarken sert ve yumuşak buğday ununu eşit oranda karıştırıp kullandım. Uzun süren araştırmalarım sonucunda böylesinin en iyi sonucu vereceği kanısına vardım. Deneyimlerim doğrultusunda da söyleyebilirim ki evet böylesi iyi oldu. Neyse daha fazla uzatmadan tarife geçiyorum.

Malzemeler:
Hamuru için;
* 300 gr un (150 gr sert-150 gr yumuşak buğday unu)
*3 yumurta
*1 yemek kaşığı zeytinyağı

Sosu için;
*5-6 adet mantar
*300 ml hazır krema (yaklaşık olarak 1.5 kutu ediyor, küçük olanlardan)
*2 parça tavuk bonfile

Öncellikle hamuru hazırlıyoruz. Unun içine yumurtaları kırıyoruz. Biraz karıştırdıktan sonra yağı da ekleyip hamuru yoğurmaya başlıyoruz. Dilerseniz hamuruna tuz da katabilirsiniz, ben katmamıştım. Bu karışım yoğun olmadığı takdirde yoğunlaşana kadar un ekleyebilirsiniz.  Hamur hazır olduğunda makinenin hamur açan kısmına yerşeştirip açıyoruz. İstediğimiz inceliğe ulaşana kadar bu işlemi tekrarlıyoruz. Daha sonra şerit olarak kesen kısmına, açtığımız hamuru yaklaşık 70 derecelik bir açıyla tutuyoruz (Bunlar hep deneyim ürünü). Aslında bu kısımda iki kişi olunursa çok daha rahat olur. Burada bir kişiye daha ihtiyaç duymadım desem yalan olur. Biri hamuru 70 derecelik bir açıyla tutarken diğer kişi de kolu çevirip kesilmiş hamuru üst üste gelip yapışmasını engellemek için düz bir şekilde tutarsa çok daha rahat olur. Hatta olması gereken bu sanırım. Ben oldukça zorlandım çünkü tek başıma. Belki de tecrübesizlikten dolayıdır, bilemeyiz tabi ki. Makineden çıkan erişteleri hafif nemli (çok az nemli olması gerekiyor yoksa hamurlaşır) üzerine un serpilmiş bir beze birbirine yapışmayacak şekilde diziyoruz. Kaynayan suya erişteleri atıyoruz (bundan sonraki işlemler hazır makarnayla yapılanla bire bir aynı). mantarları dilimleyip tavuğu da küp küp doğrayıp tavada kızartıyoruz. Daha sonra kremasını da ekleyip yoğunlaştırıyoruz. Pişen makarnaları süzdürüp bu karışım içine ekliyoruz ve pişirmeye devam ediyoruz. Ocakta biraz tuttuktan sonra servis ediyoruz. Parmesan peynirini de unutmamak gerek tabi ki. Bir makarna macerası da böyle bir deneyimle sonuçlandı. Umarım devamı gelir:)


Just a Boy by Angus & Julia Stone on Grooveshark

13 Eylül 2013 Cuma

Dikkat aşırı patlıcan içerir!!

Sizleri baştan uyarayım patlıcana dair uzun bir yazı olacak bu. Hani bazı sebzeler, meyveler vardır ya böyle insanlar tarafından ya çok sevilirler ya da hiç sevilmezler. O nedenle çok sık anılırlar. Şimdi patlıcanı ele alalım. Patlıcan öyle bir sebze değil. Ne patlıcanı çok seviyorum diyeni duyarsınız ne de patlıcandan nefret ediyorum diyeni... İşte patlıcan tam olarak böyle bir sebze. Öylesine, kendi halinde... Tabi ki bir karnıyarık olsun bir patlıcan reçeli olsun o zaman adı sıkça duyulur ama tek başına patlıcan hiç bir şeydir bazılarına göre. Bence patlıcan çok değerli bir nimet. Patlıcanla inanılmaz şeyler yapılabilir. O zaman o insanlar utanırlar belki patlıcana gereken değeri vermedikleri için. Her neyse pek alışılmadık bir cümle olsa da ben patlıcanı severim evet kabul ediyorum her meyve sebze gibi patlıcanı da seviyorum. Çünkü patlıcanla nasıl güzel şeyler yapılabileceğini biliyorum. Uzun lafın kısası; patlıcan iyi biri. Şimdi gelelim bu tarifin hikayesine. Hemen hemen her çocuğun sebze yemeklerinden nefret ettiği yaşlarda ben patlıcan salatasını sevebilmiştim. Öyle çok sık yapılan bir şey değildi bizim evde. Yaşım ilerlediği zaman anladım ki annem patlıcanı, salata için kullanmanın onu boşa harcamak olacağını düşünüyordu muhtemelen. Patlıcanla ana yemek yapmak varken neden salata yapılsındı ki. Evet evet çok büyük bir ihtimal böyle düşünüyordu ama bilmiyordu ki patlıcan salatasını ben çok seviyordum. Patlıcan salatasının olduğu sofrada ana yemek de varsın olmasındı. Neyse bir patlıcan salatasını yememizin ardından belki aylar belki de yıllar geçmişti ki annemin ricası üzerine yenisini yapmak üzere mutfağa davet edildim. Şimdiye kadar yemesi hep güzeldi ama ya yapması? Yapması da güzeldi tabi ki, nihayetinde patlıcan salatası yiyecektik o uğraşların sonucu... Her neyse mutfağa gittim ama ben daha önce hiç patlıcan salatası yapmamıştım insanlar. Neyse ki bu tür şeyleri sorun edecek bir insan değilim. Aksine anlayışla karşıladım ve dedim ki "Hmm benim için yeni bir  deneyim olacak" dedim evet tam olarak böyle dedim. Sonra başladım yapmaya. Hani anaokulunda ya da kreşte derler ya hayalinizdeki bıdı bıdının resmini çizin diye, benimki de aynı hesap hayalimdeki patlıcan salatasını yapmaya çalıştım evdeki kısıtlı malzemelerle, sınırlı renkte boyaları olan küçük çocuk gibi... Hikayenin geri kalan kısmında malzemeler ve görseldeki patlıcan salatasının yapım aşaması var.

Malzemeler:

*3-4 patlıcan (tabi ki)
*1 adet orta boy kuru soğan
*sevimli yeşillikler (maydanoz olabilir, yeşil soğan olabilir, hayal gücünüze bırakıyorum)
*yeşil ya da kırmızı biber (ya da ikisi de)
*bir takım baharatlar
*zeytinyağı

Önce patlıcanlarımızı fırında közlüyoruz. Soğumasını bekliyoruz. Soğuduktan sonra ufak parçalara bölüp zeytinyağı ve limon ekleyerek karıştırıyoruz. Patlıcanlar bir köşede beklerken, soğanları doğruyoruz. Yeşillikleri ve doğranmış biberleri de ekleyip zeytinyağını ve limonunu katıyoruz. Daha sonra patlıcanları da üzerine ekleyip gerekli baharatlarla salatamızı şımartıyoruz. Evet hepsi bu kadar. Bu da böyle bir paylaşımdı...


Whatever Lola Wants (Lola Gets) by Sarah Vaughan on Grooveshark

6 Eylül 2013 Cuma

Size Noodle Taklidi Yapayım mı?

 Artık yeterince boş vaktim olduğuna göre burayla ilgilenebilirim. Eveeet kısa süreliğine de olsa boştayım. Buralar da hep boş kalmış ama ben kısa sürede burayı yeni tariflerle doldurcam merak etmeyin. Daha önceki yazımda size Afrika'dan gelen bebeklerimi tek tek göstermiştim. Bu tarifte de onların bir kısmını kullanma fırsatım oldu ve pirinç eriştesiyle sebzeli noodle yaptım. Daha önce de noodle yapma girişimlerim olmuştu, henüz burada paylaşma imkanım olmadı ama yapmıştım güzel de olmuştu. Kendim yaptım diye demiyorum ama cidden başarılı olmuştu. Bin bir hevesle pirinç eriştesiyle de denemeye karar verdim ama şimdiden belirteyim Çin eriştesiyle yaptığım noodle kadar güzel olmadı. Arka planda ilginç bir tat vardı. Muhtemelen eriştenin pirinçle yapılmasından kaynaklanıyordu. O ilginç tadı göz önünde bulundurmazsak bu deneyim de başarıyla sonuçlandı denilebilir. Yalnız normal erişteyle yaptığım sebzeli noodle ne kadar yersen ye rahatsız etmezken, bu pirinç eriştesiyle yapılan noodle'ı bir tabaktan fazla yediğin zaman bayıyor. Bu da yine arka plandaki o ilginç tattan kaynaklanıyor. Bu yemeğin de hikayesi kısaca böyleydi. Şimdi malzemeleri sıralayıp nasıl yapıldığına geçelim isterseniz.

                                                                                      Malzemeler:
1 paket pirinç eriştesi için;
*100 gr soya filizi
*2 adet kabak
 *2 adet taze kırmızı biber
*1 kase mantar
*1-2 adet sarı biber
* 2-3 adet tavuk göğüs
*Soya sosu



Önce mantarları ince ince doğrayıp tavada kızartıyoruz daha sonra rendelenmiş kabakları ve julyen kesilmiş biberleri ekleyip kızartıyoruz. Aynı anda erişteleri sıcak suda, 15 dakikayı geçmeyecek şekilde bekletiyoruz.Tavadaki sebzeleri de az az soya sosu ekleyerek kızartmaya devam ediyoruz. Erişteler yumuşadıktan sonra onları da tavaya alıyoruz. Soya sosu ve pirinç baharatıyla, istenen yumuşaklığa gelene kadar pişiriyoruz.



Ben pişirirken tereyağı da kullanıyorum. Siz de bu tür şeyler yapabilirsiniz. Hatta ve hatta nar ekşisi de kullanıyorum ama her damak tadına uygun olmayabilir tabi ki. İyisi mi siz nasıl güzel olacağını düşünüyorsanız o malzemeleri de katabilirsiniz. Tüm bu malzemeleri pişirdikten sonra zaten sebzeli noodle'ınız hazır oluyor. Dilediğiniz gibi istediğiniz kadar tüketebilirsiniz. Afiyet olsun.


El Pueblo Unido by Thievery Corporation on Grooveshark

9 Temmuz 2013 Salı

Tekrardan Merhabalar...

Aslına bakarsanız bu gönderinin daha önceden burada olması gerekirdi ama uzunca bir aranın ardından bir şeyler yazabilmenin inceliklerini unutmuşum ne yazık ki. Günlerce belki haftalarca ilk cümlesi olmadığı için hep kafamda taslak olarak kaldı. Neyse ki şu anda burada ve okunmaya hazır olarak duruyor:) En son gönderide de belirttiğim gibi yoğun bir okul dönemi geçirmem nedeniyle burayla pek ilgilenemedim ama merak etmeyin paylaşılmayı bekleyen bir sürü fotoğraf var elimde. Yazılarını da ekleyip en kısa sürede sizlerle paylaşabilirim, umarım:) Hemen en başından başlayıp geçen süre zarfında neler olduğunu anlatayım. Her zamanki gibi sıkıldıkça ve yeni bir şeyler deneme ihtiyacı hissettikçe kendimi mutfakta buldum. Doğum günlerine ve davetlere pastalar ve turtalar götürüldü, kişisel istekler üzerine kurabiyeler yapıldı ve ben aslında çok yoğundum:D Kabul etmem gerekir ki bu tür mutfak kaçamakları beni, içinde bulunduğum o stresli ortamdan biraz da olsa uzaklaştırıyor, hatta baya uzaklaştırıyor ve de unutturuyor tabi ki. Ayrıca hazır mesafelerden konu açılmışken  umarım sizlere, Afrika'dan gelen yeni bebeklerimi göstermemin bir sakıncası olmaz. Buralardan ayrı kaldığım zaman diliminde ben derslerle, sınavlarla boğuşurken, babam da nispet yaparcasına Afrika'lara gitti. Neyse ki beraberinde gönlümü alacak şeyler de getirmişti, böylelikle kızmamın ve kıskanmamın yersiz olduğunun farkına varmış oldum.

Kurutulmuş Mango
  Bildiğiniz üzere bu Mango meyvesi, tropikal bir meyve. Dolayısıyla öyle her yerde karşımıza çıkmıyor. Sonuçta bir elma bir portakal gibi yaygın değil. Güney Asya menşeli bir meyve. Aynı zamanda Doğu Asya ve Doğu Afrika'da da yetiştirilmekte. Türkiye'de ilk kez Antalya'da yetiştirilmeye çalışılmış. Neyse ki başarılı da olunmuş. Kim bilir belki yıllar sonra mango da bir elma bir portakal gibi kolay ulaşılabilir hale gelir.                                                
                                                             
"Robertsons Spices"
Şimdi biraz da reklamlar... Size bu Robertson Baharatlarının geçmişini anlatmak isterdim ama uzun uzadıya anlatmanın bir anlamı yok. Burada 
hazır yapılmışı var. Ayrıca değişik tarifler denemek isteyenler için yine aynı sitede farklı başlıklar altında çok güzel tarifler var.

Wasabi
 Aslında wasabi böyle bir şey. Muhtemelen sushinin yanında getirdiklerinde bu nasıl bir şey diye düşünmemiştiniz ama evet wasabi böyle bir şey. Hardal haline getirilmesi de şöyle oluyor; bu gördüğünüz şeyler kurutulup toz haline getiriliyor. Daha sonra ılık suda 10-15 dakikayı geçmeyecek şekilde bekletiliyor. Böylece Japon Hardalı olarak da bilinen wasabi hazırlanmış oluyor. Bu işlemlerden sonra hemen tüketilmesi iyi olur. Aksi takdirde zaman geçtikçe acılığını yitiriyor. 



Tropikal Meyveler
Bu da alelade hazırlanmış tropikal meyve salatası(!) 



Aslında çok ilginç meyveler de yok aralarında ama bir anavatanından gelen meyveyi yemek var bir de en yakın yerden ithal edilen meyveyi yemek var. Her neyse bu ananaslar çok güzeldi. 



Kurutulmuş Meyveler
Ben bunları çok seviyorum. Nasıl seviyorum belli değil.
Bir ara ders çalışırken sürekli kurutulmuş yabanmersini yiyordum. Sanki içinde hiç kalori yokmuşcasına umarsızca yiyordum. Neyse ki o dönemi atlattım. Bunlar da Afrika versiyonu. Bunların her türlü gideri var bence. Güzel şeyler... 
Sıcak Çikolata Tozu
Benim gibi kahveyi sevip de çok içemeyen insanlar için genelde sıcak çikolata vazgeçilmez oluyor. Bunları gördüğümde de çok sevinmiştim ama o kadar zaman geçmesine rağmen içmek nasip olmadı. Denediğim zaman belki burada yorumlarımı paylaşırım sizlerle. Kim bilir...


Pirinç Eriştesi

Şimdi bunun Afrika'yla bir alakası yok ama oradan geldiği için o da Afrika'lı sayıldı. Yanında susam ve Himalaya Tuzu var onlar Afrika kökenli sayılır. Pirinç eriştesini kullandım. Umarım yakın zamanda tarifini paylaşabilirim.




                                  Rooibos Çayı
Eveeet bu çay hakkında saatlerce konuşabiliriz. O kadar çok faydası var ki. Kanserden tutun da Alzheimer'a kadar her şeye iyi geliyormuş bu çay. O yüzden çok kullanışlı. Bir kaç kere içtim. Tadı fazlasıyla yabancı geldi o nedenle sürekli içemiyorum ama içseydim çok faydalı şeyler olabilirdi benim için. Güney Afrika'da bununla bir yemek yapmadıkları kalmış neredeyse. Rooibos'lu latteler, espressolar bulmak mümkünmüş çoğu yerde. 

Eveeet Afrika'dan gelen bebeklerimi gördünüz. Çok şekerler. İlk gördüğümde ben de çok sevindim ama çok geçmeden bir şeyin eksikliğini hissettim. Sanki bir şeyler yarımdı. Sonra düşündüm, Afrika'dan ne gelebilirdi başka? diye ne olabilirdii acabaa? KAKAO! evet kakao sipariş etmeyi unutmuştum. Aylarca kaliteli bir kakao arayıp nereden temin edebilirim diye düşünürken bu yaptığım daha doğrusu yapmadığım hiç hoş olmamıştı. Sonra neyse dedim o da nazar boncuğu olsun, bunlar bana yeter dedim (YETMEDİ)

Tangled Up by Caro Emerald on Grooveshark

4 Şubat 2013 Pazartesi

The Pie Hole

Ne zamandır bir turta yapma isteği var içimde. Muhtemelen Pushing Daisies izlediğim günlerden kalma bir şey. Sürekli erteleyip duruyordum kalıp olmadığı için. Nihayet bir tane aldım. Kafamda soru işaretleri vardı kalıbı alırken. Her kalıp istenen sonucu vermiyor ne yazık ki. Genelde fiyat arttıkça kalitesi de artıyor bu kalıpların ya da kalitesi arttıkça fiyat da artıyor. Her ne kadar istediğim sonucu garanti edecek bir şeye para vermek konusunda fazla tereddüt etmesem de sağlam bir şeyler almak için henüz erken olduğunu düşünüyorum. Çünkü şu sıralar deneme aşamasındayım. Eğer umut vaad edersem hak ettiğim şeyi alabilirim:) Bu turtayı yaparken zamanım kısıtlıydı. Bir de tüm ev halkı çalışma alanımın sınırları içindeydi. Mutfakta sadece ben varken daha rahatım. Ben bir şeylerle uğraşırken yapılan müdahaleler beni oldukça rahatsız ediyor açıkçası. Bunu yaparken de annemin sözlü ve fiziksel müdahalelerine maruz kaldım. Demem o ki, bu turtayı zor şartlar altında yaptım. Kötü olacağını düşünüyordum. İlk deneme benim için gerçekten önemlidir. Eğer yaptığım şey iyiyse devam ederim, kötüyse ve bir sonraki denemelerde düzeltilemiyecek gibiyse tamam derim ve bir daha da üzerine düşmem. Bunu yaparken de sanırım
tamam diyeceğim diye düşündüm. İlk denememde çalışma alanımın kalabalık olması benim için büyük bir şansızlık diye düşünmüştüm ki turta beklediğim gibi kötü olmadı. Hatta oldukça iyi oldu. Turtada hamur çok önemli. Turta adı altında bir çok tatlı yedim. Hamuru ya çok sert kurabiye gibiydi ya da çok yumuşak pasta keki gibiydi. Farkında olmadan hamurunu iyi yapmışım. Cidden oldukça ilginç bir durum. Kek hamuru tadında ağızda dağılan hafif yumuşak kurabiye hamuru gibi olmuştu hamuru. Tam istediğim gibiydi açıkçası. Lafı fazla uzatmadan hemen tarife geçmek istiyorum. Bu arada unutmadan bir uyarıda bulunayım. Önümüzdeki 14 hafta boyunca buralarda görünemeyebilirim. Belki de görünürüm bilemiyorum. Umarım görünürüm. Evet anlayacağınız üzere biricik okulum başladı. Her ne kadar öğrenim hayatımın sonuna gelmiş sayılsam da yoğun oluyor işte, karşı koyamıyoruz. Bu dönem sevgili okulum bana nazik davranmayacakmış gibi hissediyorum (sanki geçtiğimiz dönemler çok rahatmış gibi...) ama hadi bakalım hayırlısı. Umarım bu önümüzdeki günler için bir veda yazısı olmaz. Zaman buldukça yine mutfakta olacağım. Yazılarını ne zaman paylaşırım orası meçhul ama siz yine de beni izlemeye devam edin.

Malzemeler:

Hamur için;
* 2 adet yumurta
*1 su bardağı pudra şekeri
*1 çay bardağı sıvıyağ
*125 gr tereyağı
*2 çorba kaşığı yoğurt
*1 paket vanilya
*1 şişe Dr. Oetker  vanilya aroması
*1 paket kabartma tozu
*alabildiği kadar un

İç malzemesi;
*3 adet orta boy elma
*1 çay kaşığı tarçın
*1.5 yemek kaşığı şeker

Bir kabın içinde yumuşatılmış tereyağını, sıvı yağı ve yumurtaları karıştırıyoruz. Yumurtalardan birinin sarısını turtanın üstü için ayırıyoruz. Yoğurdu, pudra şekerini, vanilyayı ve vanilya aromasını ekliyoruz. Tekrar karıştırıyoruz. En son unu ve kabartma tozunu da ekleyip kulak memesi kıvamını elde edene kadar hamurumuzu yoğuruyoruz. Daha sonra hamuru streç filme sarıp buzdolabında 15 dakika bekletiyoruz. Ayrı bir yerde elmaların kabuklarını soyup ince ince dilimler haline getiriyoruz. Kararmamaları için limonlu suda bekletiyoruz. Daha sonra ufak bir tencerede ya da tavada dilimlenmiş elmaları, şekeri ve tarçını karıştırıp pişiriyoruz. Piştikten sonra soğumaya bırakıyoruz. Buzdolabında dinlendirdiğiniz hamurun 2/3'ünü alıp turtanın tabanını hazırlıyoruz. Merdaneyle incelttiğimiz hamuru yağlayıp unladığımız turta kalıbının içine yerleştiriyoruz. Bu hamur üzerine bıçakla ufak  kesikler atıyoruz. Soğuyan iç harcı hamurun üzerine döküyoruz. Kalan hamuru açıp şerit şerit kesiyoruz ve turta hamurunun üzerine kafes yapıyoruz. Yapılışını şuradan
da inceleyebilirsiniz. En son üzerine yumurta sarısını sürüp (Ben yumurtanın sarısına pekmez de katmıştım. O yüzden yanmış gibi oldu. Siz öyle yapmayın tabi ki. Turta yapıyoruz sonuçta ne gereği var pekmeze...) önceden 180 derece ısıtılmış fırında 35-40 dakika pişiriyoruz.

Bazen kelimeler kifayetsiz kalır. Bu hamuru tam anlatamadım gibi geldi. Turtanın tabanı yaklaşık olarak böyleydi. Tadı da hamuru gibi güzeldi. Evet ilk turta maceram böyleydi. Farklı malzemelerle de deneylerimi sürdüreceğim. Şimdilik afiyet olsun. Kapanışı da anlamlı bir şarkıyla yapıyorum. Her ne kadar bunun, geçici de olsa, bir veda olmamasını dilesem de last waltz'le şimdilik bir kapanış yapıyorum Yakın bir tarihte görüşmek üzere...

The Last Waltz by Oldboy on Grooveshark

26 Ocak 2013 Cumartesi

Tortelli vs. Kurze

İngilizcemin yes/no'dan öteye geçemediği zamanlarda BBC'de Jamie Oliver'ın çok sevdiğim "The Naked Chef" diye bir programı vardı. Okuma yazma bilmeyen bir çocuğun, bir kitabın resimli sayfalarını saatlerce incelemesi  gibi program bitene kadar gözümü kırpmadan izlerdim Jamie'nin yemek yapışını. Bana dün gibi geliyor ama yaklaşık 12-13 yıl olmuş. Aradan yıllar geçti, ben programın adını unuttum ve tabi ki Jamie'yi de unuttum, belki de hiç öğrenememiştim bilemeyiz, sonra NTV'de Mehmet Gürs'ün o programını gördüm; "Lokantadan Eve". Program konsepti The Naked Chef'le aynıydı. Sonra ekşi sözlükte mutlaka "ay şu programın aynısı" diye yazmışlardır dedim. Hemen ekşi sözlüğe baktım, nitekim yazmışlardı da. Sonra kaybettiğim Jamie Oliver'ı tekrar buldum. Artık buldum deyip pek önemsemedim.Aradan yine aylar yıllar geçti. Facebook hesabımı yeni aldığım zamanlar "canım bu sayfayı beğenmek ister misin?" diye The Naked Chef Jamie'yi önermişti bana Facebook.
 Ben "aaa elbette"  diyerek sayfayı incelemeye başladım. Jamie çok değişmişti. Kilo almıştı, biraz da yaşlanmıştı. O eski Jamie değildi ama olsundu bu haliyle de güzel yemekler yapabiliyordu. Bunun konumuzla ne ilgisi var diyebilirsiniz ama işin aslı şöyle ki; mutfağa karşı ilgimin olduğunu fark etmem o zamanlara tekabül ediyor ve bunda Jamie Oliver'ın payını yadsıyamayız. Ayrıca yine bu yazıyla ilgili şöyle de bir bağlantısı var ki; 
5 ay önce Jamie Oliver'ın sayfasında bir kaç fotoğraf gördüm. "Simply Italian" programında yapılmış bir tarifi paylaşmış. O yemeğin aynısını yengem de yapmıştı. Yapılışına yetişemedim ama yemeye gelince iyi yemiştim. Sonra vay be bunlar hep küreselleşme dediysem de bu pekala ortak kültür mirasıydı. İtalyanlar buna "tortelli" derken, Azeriler "gurze" diyor. Dağıstan'dakiler "kurze", Yozgatlıların da "gıbın" dediğine dair söylentiler var. 

Aslında sıradan bir yemek değil ama nasıl olmuşsa farklı kültürlerin mutfaklarında kendine yer bulmuş.Ne yazık ki yapılışına katılamadığım için sizinle malzemeleri ve yapılış detaylarını paylaşamıyacağım ama eğer ilgilenirseniz sizi şöyle yönlendirebilirim.
  Hamuru için ve şekillendirme detayları için yardımcı olacağına inanıyorum. Tarifte iç malzeme olarak balkabağı ve hardaldan oluşan bir karışım kullanmış ama siz kıyma, peynir ya da patates de kulanabilirsiniz isteğinize göre.
 Ayrıca bu Simply Italian'daki tarifte suda kaynattıktan sonra mantıları süzdürüyor ve eritilmiş tereyağının içine atıyor ama benim yediğim, mantı gibi süzdürülmeden servis edilmişti. Üzerine de yoğurtlu sarımsaklı sos ve onun üzerine salçalı sos dökmüştük.  Öyle de güzeldi. Ayrıca şu videodan da nasıl yapıldığını inceleyebilirsiniz. 

Bu yazımı da güzel bir müzikle sonlandırmak istiyorum. Geçenlerde Ferzan Özpetek'in "Serseri Mayınlar" filmini izlemiştim. Filmin bir yerinde sahne müzik uyumu o kadar güzel olmuştu ki filmden ya da müzikten etkilenmemeniz mümkün değildi. La Finestra di Fronte'den sonra bu kez bu filminden etkilenmiyeceğim diye kendime söz verdiysem de olmadı, yapamadım. Bu da en az onun kadar güzeldi. Bir de şuna dikkat ettim ki mutlaka her filminde yemek, mutfak motifine yer veriyor. Bu da benim için etkileyici bir detay tabi ki. Zaman bulursanız bu iki filmi izlemenizi tavsiye ederim.


  
Kutlama by Sezen Aksu on Grooveshark

21 Ocak 2013 Pazartesi

Fish knows everything...

Balık olmadan olmaz. Her şeye el attım ama balığa el atmamıştım henüz. Sonunda onu da denedim. Bence balık riskli bir yemek grubu. Sonuçta kırmızı etle yaptığınız yemeklerde sonucun ne olacağını az çok kestirebiliyorsunuz ama bir balık için aynı şey söz konusu değil. Sürpriz sonuçlar verebilir gibi sanki. Kırmızı eti pişirdikten sonra yanına şatobiryan ya da demi glace sos ekleyip olumlu sonuçlar alabilirsiniz ama balıkta öyle olmuyor. Yaptığınız sos, balığın tadı iyi değilse pek bir şeyi değiştirmiyor. Sonra taze olması çok önemli. Kırmızı ete göre balık eti taze olmadığını daha çok belli ediyor ve tadını da mutlak suretle etkiliyor. Her ne kadar balık için ölüp bitmesem de, yemesinin zevkli olduğunu düşünenlerdenim. Sunum konusunda da balıkta arabeski seviyorum. Yani tabak dekorasyonunda mümkün mertebe limonla domatese aynı anda yer vermemeye çalışırım. Çünkü fazlasıyla basit gösterir yemeği ve benim için o görüntü arabesktir. Ama kabul etmek gerekir ki balığa yakışıyor. Balık tabağı arabesk olmalı diye düşünüyorum.   Bunun dışındaki düzenlemelerde, balık tabağı soğuk duruyor ve pek iştah açıcı olmuyor. Ayrıca tabakların açık renk olması yine balık yemekleri için iştah açıcı bir etken. O nedenle tabak dekorasyonunda bu durumlara dikkat ettim.

Bizim evde sürekli farklı balıklar denenir. O yüzden çoğu balığın nelerle iyi gidebileceğini ya da yanına neyin yakışacağını az çok kestirebiliyorum. Yine böyle farklı tatlar peşinde koştuğumuz bir gün, mutfakta dil balığını bulduk. Annem balık konusunda riske girmez genelde. Dolayısıyla direkt olarak kızartmayı uygun gördü. Daha önce deneyip denemediğimi hatırlamıyorum ama bu dil balığı dedikleri şeyin tadı jelibondan hallice:D Yani böyle kendine has bir tadı yok, eti de jelibon gibi böyle sütlü tatlı gibi fazla yumuşak. Sonuçta direkt pişirilecek balıklardan değil bu dil balığı. Eve ikinci kez geldiğinde, olaya ben el attım ortaya bir öncekinden daha güzel sonuçlar çıktı. Dil balığına böylesi daha çok yakıştı, iyi oldu ama tadı her ne kadar güzel olsa da karın doyuracak bir balık değil. Böyle ne yediğini anlayamıyorsun pek.

Malzemeler:

*7-8 parça dil balığı
*1 yumurta
*galeta unu
*baharatlar
*tereyağı

Dil balığı, pişirme anlamında sorunsuz bir balık. Öyle kılçık filan yok bunda. Utanmasa insan olabilirmiş aslında, bildiğin iskelet sistemi var ama temizlerken balıkçı ağabeyler onları bir güzel temizliyorlar. Sorunsuz bir şekilde pişirebiliyorsunuz.

Önce yumurtayı çırpıyoruz. Düz bir kapta galeta unu ve dilediğiniz baharatları karıştırıp, yumurtaya batırdığımız balıkları daha sonra bu karışıma buluyoruz. Daha sonra tereyağını erittiğimiz tavada kızartıyoruz. Dilerseniz yanına defne yaprağı da koyabilirsiniz. Aroma ya da koku vermesi açısından. Çünkü daha önce de belirttiğim gibi bu dil balığı aslında tatsız bir şey.

Dip not: Yine de balıkların hası hamsidir. (diye düşünüyorum ben, bilmiyorum yani...)


In the Death Car by Iggy Pop on Grooveshark

17 Ocak 2013 Perşembe

İstiridye Mantarlı Hikayeler

Uzun bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Çeşitli sebeplerden ötürü yazmaya fırsatım olmadı. Hatta direkt okul yüzünden yazamadım. Çok yoğun bir dönem geçirdim. 4 ay boyunca düzenli olarak günlük 3-4 saatlik uykuyla hayatımı idame ettirmeye çalıştım. Yeri geldi hiç uyumadım ama neyse ki geçici bir süreliğine de olsa bitti sayılır. O kadar yoğunluktan sonra tatilde nasıl boşluğa düşmüş olduğumu tahmin edersiniz. İlk iki günü uyuyarak geçirdim. Sonra izlemedik film, okumadık kitap bırakmadım.Uzun bir aradan sonra ilk defa ailemle aynı sofrada yemek yeme şerefine nail oldum (her ne kadar ben kahvaltı yaparken onlar öğle yemeği yeseler de...). Her neyse demem o ki; tatil dediğin güzel bi şey. Sorumluluklarının olmaması güzel bi şey, sonraaa kısmen de olsa özgür olmak çook güzel bi şey. Bunlar hep güzel şeyler. Gel gelelim bu istiridye mantarlı tarife. Bunu aslında yoğun olduğum o dönemde, kahvaltı için yapmıştım. Yani ne kadar basit  olduğunu ve uğraştırmadığını anlamış olmalısınız. Tarifini paylaşmaya zamanım olmadığı için şimdi paylaşıyorum. Umarım denersiniz ve beğenirsiniz. Şimdiden afiyet olsun.

Malzemeler:

*400 gr istiridye mantarı
*1 adet orta boy soğan
*3 yemek kaşığı domates sosu
*1 yemek kaşığı tereyağı
*baharatlar

Sos için:

*1 diş sarımsak
* yarım kase yoğurt



Önce soğanları doğruyoruz. Mantarları da ince ince doğruyoruz. Tereyağını tavada eritip, soğanları hafif kavuruyoruz. Mantarları ekleyip pişirmeye devam ediyoruz. Domates sosunu ve baharatları ekliyoruz.

Sosu için havanda ezdiğimiz sarımsakları, yarım kase yoğurda ekleyip karıştırıyoruz. Pişen mantarların üzerine sarımsaklı yoğurdu döküp, üzerini nane ya da herhangi bir baharatla süsleyip servis ediyoruz.


Afiyet olsun:)


Heaven by Bitter:Sweet on Grooveshark
Recipe Blogs - BlogCatalog Blog Directory