Kırmızı Kaşık

13 Mart 2012 Salı

cafe & restaurant deneyimleri, vol.1

    İki hafta önce Fırıncı Orhan'daydım. Ankara Çukurambar'da etkileyici dış görünüşe sahip bir yer. Sanırım Eryaman'da da bir şubeleri varmış ama henüz görme şansım olmadı.
      Dış görünüşünden fazlasıyla etkilenip, içeriye beklentilerle giriyorsunuz ve tabi ki içerisi sizi fazla tatmin etmiyor ama yine de güzel değildi demek pek de adil olmaz sanırım. İç kısmın bir bölümü gurme ürünlerin satışa sunulduğu bir markete ayrılmış, bir kısmı fırına ve geriye kalan kısmı da restoran'a ayrılmış. Restoran kısmı biraz ufak kalmış bu da buranın bir eksisi. Öte yandan içerden geçiş yapabileceğiniz bir kış bahçesine sahip. Buraya iki kere geldim fakat, kış bahçesinde yemek hiç nasip olmadı. Eğer imkanınız olursa o kısımda yemeyi bir deneyin derim. Üstelik iç kısım gibi ayakaltı değil. Yemeğinizi, garsonların masa aralarındaki koşuşturmalarıyla bölünmeden yeme imkanı bulabilirsiniz belki. Mekan kısaca böyle. Hizmet konusunda da garsonların yetersizlikleri dışında pek bir sorun yaşamadık. Belki de mekan yeni yeni düzene girdiği için, henüz alışma dönemini atlatamamışlardır. Gel gelelim yemeklerine. Girer girmez sizi karşılayan tezgahtaki ev yemekleri dışında menü fazla da geniş değildi. Pizza, pide, kebap ve ızgaralar dışında pek de bir şey yoktu. İlk geldiğimde ne yediğimi tam olarak hatırlayamıyorum ama bu son gidişimde beyti istedim. Beytinin tadı fena değildi ama aynı tabakta servis edilen sebze ızgaraladan bahsetmeden geçemeyeceğim. Yediğim her şeyin nasıl yapıldığını az çok kestirebilecek durumdayım ama o sebzelerde hem kızartma, hem ızgara tadı vardı ama haşlanmış gibi de kendi renklerini koruyorlardı. Yemek boyunca onların nasıl yapıldığını düşündüm ve sonunda, ilk olarak haşlandıklarını fazla yumuşamadan kızdırılmış yağa değdirilip, son olarak da kısa bir süre ızgarada bekletildiğine kanaat getirdim. Bir kabak tek başına nasıl güzel olur sorusunun cevabını almış oldum böylece. Arada biberler, yanlış hatırlamıyorsam patlıcanlar da vardı ve hepsi birbirinden lezzetliydi. Ufak bir çöp şişe geçirilmiş bu sebzelerin tadı hala damağımda. Tek lezzetli olan sebzeler değildi tabi ki. Yemekler gelmeden önce ikram edilen hakiki zeytinyağının ve yanındaki yeşil zeytinin tadı da bambaşkaydı. Ve ekmekler. Bir sepet içinde çeşit çeşit ekmekler... Belki de Fırıncı Orhan'ı Fırıncı Orhan yapan tek şey; ekmekler... Normalde kahvaltı dışında pek ekmek kullanmayan ben, annemin tavsiyesiyle sepetten o ekmeği aldım. Bu yaşıma geldim ve samimiyetle söyleyebilirim ki ben öyle bir ekmek yemedim. Yemek yemesem de olurdu. O ekmeği yedikten sonra, bundan önce fazla ekmek kullanmamamın haklı gururunu yaşadım. O ekmekse diğerleri neydi?  Bir ekmek nasıl bir anda kutsallaşabilmişti gözümde? Bu sorular o günden beri kafamı kurcalıyor gerçekten. Kitchen Confidential izleyenler bilir. Bir bölümde, rakip restoranda mükemmel ekmekler yapan bir adam vardı ve restoran bu sayede çok fazla müşteri çekiyordu. Bir ekmeğin peşine düşüyorlardı ve bir bölüm bununla geçiyodu. Ne kadar da abartılı gelmişti ilk izlediğimde. Altı üstü ekmekti işte. Ne kadar lezzetli olabilirdi ki Oysa ben o gün o mükemmel ekmeği bulmuştum. Herkes beğenmiş olacak ki yemekten sonra bir paket aldık fırın bölümünden. O gün ziyadesiyle doyduğumuz için evde o ekmeklerden yiyemedik ama ertesi gün yeme fırsatımız oldu ama bu ekmek o ekmek değildi sanki. Belki de bir gün bile bekletilmeden yenmesi gerekiyordu. İşte bu ekmek öyle bir ekmekti.
      Genel olarak, Fırıncı Orhan deneyimim böyleydi. 10 üzerinden bir puan vermek gerekirse 6.5-7 bu mekan için uygun olacaktır.
 Yazı müziği: http://www.myspace.com/spottiswoode/music/songs/sailing-to-byzantium-69869716

Recipe Blogs - BlogCatalog Blog Directory