Kırmızı Kaşık

7 Şubat 2012 Salı

Hotel Rye'nin Krepleri

İskandinavya turumuzun son durağıydı Danimarka. Kopenhag'da bir otel ayarlamıştı babam. Bin bir hayalle geldiğim Kopenhag'da, başlarda hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur. Otobüsten iner inmez etrafa bakındım. Çok kasvetli, kirli ve soğuk göründü bana. Gezdiğimiz şehirler arasında en kötüsü bu olacaktı herhalde diye düşündüm. Tüm bu düşünceleri kendime saklayıp otelin yolunu tuttuk. Otele geldiğimizde ikinci bir hayal kırıklığını da yaşamış oldum. Burası eski bir apartmandan bozma kötü bir pansiyondu sanki. Memnuniyetsizliğimi belli etmeden odaya geçtik. Babam yüzümden anlamış olacak ki "Burada iki gün kalamam dersen uçuşumuzu erkene alabilirim" dedi. Hemen kabul ettim. Türk Hava Yolları'nı aradık ve bunun mümkün olamayacağını söylediler ve bu otelde iki gün kalacağım gerçeğiyle böylece yüzleşmiş oldum. Geldiğimiz gün ufak bir şehir turu yaptık. Çok yorgun olduğumuzdan fazla da zorlamadık kendimizi. Hava kararmaya başlayınca otele geçtik.  Otelin ortak alanı sayılan salonda babamla oturuyorduk.

Gezmek için çok yorgunduk ama otelde kalmak da bizi fazlasıyla sıkıyordu. Babamla satranç oynadık, salonun sehpası üzerinde duran ziyaretçi defterine bir göz attım. Bir kaç fotoğraf vardı. Yemek yenilen yerde, salonda, girişte çekilmiş. Sanki onlar otele gelen turistler değil de o evde yaşayan, aileden biriymiş gibiydiler. Deftere de samimi şeyler yazmışlardı. Bir an saatler öncesinde gelip de burun kıvırdığım otelde olduğumu unutmuştum. Belki de alışmıştım. Hep böyle olmaz mıydı zaten. Bir şey olsun istemezsiniz, hayat onu burnunuzun dibine kadar getirir ve zaman geçtikten sonra bir bakarsınız alışmışsınız. Artık kabullenmiştim ve iki günüm burada geçecekti. Sabah erken kalkıp kahvaltıya indik. Fazla büyük sayılmayacak bir tezgahta çoğunluğunu çeşit çeşit meyve sularının oluşturduğu kahvaltılıklar vardı.


Haliyle seçme şansım olmadığından bulduğumu yedim. Otel sahibesi geldi. Sıcak bir gülümsemeyle çaylarımızı koydu. Sanki otel bu bayanın eviydi de biz de ona misafirliğe gelmişiz gibi hissettim. Belki de burayı güzel kılan buydu. İnsanlar bu yüzden buradan memnum ayrılıyorlardı yoksa ziyaretçi defterindeki yazılanların o mutlu insanların    
olduğu fotoğrafların başka bi açıklaması olamazdı. Her neyse tezgaha tekrar göz attıktan sonra üstü tencere kapağı gibi bir şeyle örtülmüş bir kap gözüme çarptı. Hemen kapağı kaldırdım veee işte Hotel Rye'nin krepleriyle tanışmam böyle oldu. Hemen tabağıma bir tane aldım, üzerine de biraz fıstık ezmesi ve biraz da çikolata koydum ve tabi ki afiyetle yedim. Bir daha da öyle bir krepi ne gördüm ne duydum. Belki tadı mükemmel değildi ama o krep yokluğun içinde bir varlıktı. Çöldeki suydu adeta :p Sabahlarımı bu kreple şenlendirdiğim Hotel Rye'den ayrılma vakti gelmişti artık. Buna ben de inanamamıştım ama otelden ayrılırken bir burukluk vardı hani. Ayrıca burası İskandinavya turumuzun da bitiş noktasıydı. Eve dönme zamanı gelmişti artık. Ankara'ya geldikten sonra defalarca krep yapmayı denediysem de istediğim gibi olmadı. Daha sonra ben de pankek yapmaya karar verdim. Belki krepin yerini tutmazdı ama idare edebilirdi işte. Bu da benim pankeklerimin tarifi:

Malzemeler:
* 1 yumurta
* 1 su bardağı süt
* 1 su bardağı un
* 1 yemek kaşığı sıvı yağ
* 1 paket vanilya
* yarım paket hamur kabartma tozu

Malzemelerin hepsini karıştırıp teflon tavaya parça parça döküyoruz ve pankeklerimiz hazır oluyor.
 
Muzicons.com

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Recipe Blogs - BlogCatalog Blog Directory