Kırmızı Kaşık

5 Eylül 2016 Pazartesi

Helva-i Hakani

En geç 5 saat sonra hazır olması gereken valiz gerçeğine rağmen beni bu saatte uykusuz bırakıp bu yazıyı tamamlamamı sağlayan bir fincan kahveye teşekkür mü yoksa teessüf mü etmeli bilemem. Yine bolca görselin biriktiği, zaman darlığı dolayısıyla telefonda yetim kalan bu fotoğrafları böylesi yazılarla taçlandırmak için hiç fena bir fırsat olarak görünmedi bu uykusuzluk. Kendimi insomnia olduğuma ikna etmeden önce izninizle bu uykusuzluk konusunu burada kapatıyorum ve hemen yazımızın konusuna geçiyorum. Kalanla gidenin rol değiştirme arefesinde bir sürpriz olarak karşımıza çıkan bu lezzete ister un helvası deyin isterseniz abartıp Helva-i Hakani deyip osmanlı mutfağına ufak bir selam çakın ya da her ne derseniz deyin ama bu değerimize azıcık saygı duyun lütfen. Bir yemeği bin kişi yapar, birininki lezzetli olur ama bu tarif için lütfen bileğine güvenen gelsin, güvenmeyen de bir gidebilir mi lütfen! Teşekkürler. Sağ kolum ile sol kolum arasındaki adele boyutlarında ciddi farklara sebebiyet veren bu tatlının bitmesi ise bir kaç saati geçmedi ne yazık ki. Kısacası sizden çok şey alıp karşılığında da lezzetli bir şeyler yemenin verdiği mutluluk, haz ve bolca da kaloriyi size bırakır. Her şeyi göze alır da yapar yerseniz ne ala. Benim için denenmesi gereken reçetelerden bir tanesiydi. Belki bedeli biraz ağır oldu ama denenecekler listesinden bir madde daha silinmesi hissiyatını da hiç bir şeye değişmem a dostlar. Eveeet açılış konuşmasının hemen ardından, bileğine güvenmeyenleri uğurluyoruz, güvenenlerle de malzeme listesine göz atıp nasıl yapılıyormuş beraber öğreniyoruz.

Malzemeler:
* 150 gr tereyağ,
* 300 gr un,
* 250 gr şeker,
* 500 ml su

Öncelikle şeker ve suyu karıştırarak kaynatıyoruz. Kaynadıktan sonra şerbetimizi hazır bir şekilde bir kenarda bekletiyoruz. Daha sonra tereyağını eritip üzerine unu ekliyoruz. Ve asıl olay burada başlıyor; un kavrulana kadar (iyice esmerleşip koyu bir renk alıyor) en iyi ihtimalle 20-25 dakika kavuruyoruz. Daha sonra hazırladığımız şerbeti yavaş yavaş bu kavrulmuş un karışımına ekliyoruz.Suyunu çektikten sonra bir süre daha kavurup ocaktan alıyoruz ve servis ediyoruz.

6 Ağustos 2016 Cumartesi

İstanbul Lezzet Durakları: Kadıköy'de bir İtalyan - Ristorante il Padrino

Yine fi tarihinde gidilmiş bir restoranın değerlendirmesiyle baş başayız. Yemeği çoğunlukla dışarıda yiyip mekan değerlendirmesini bahane ettiğimiz bekarlık dönemi hatıralarından biriydi il Padrino ziyareti. İşten bir grup arkadaş, daha çok girls nightout'u andırsa da, bir hafta içi akşamını değerlendirmek ve yeni mekanlar denemek maksadıyla cadde yollarını tutmuştuk. Cadde'den sahile inerken en çok tercih edilen sokakta (İskele Sokak) olmasından mütevellit dışarıdan hepimizin aşina olduğu bir yerdi. Her birimiz farklı şeyler sipariş ettiğimiz için aynı anda birden fazla yemeği deneme imkanımız oldu. Mekan değerlendirmeleri için ilk ziyarette kişi sayısının fazla olmasının böyle avantajları var tabi ki. Ben fazla riske girmeden kontrollü deney yapmak adına (makarnası ile ün salmış mekanları değerlendirmek için hep aynı siparişi veririm çünkü) Fettuccine Alfredo, ya da il Padrino'daki muadiliyle; tagliatelle con pollo tercih etmiştim. Arkadaşlar da, nam-ı diğer jüri üyeleri de, hatırladığım kadarıyla piliç strogonof, risotto al salmone fresco ve lasagna al forno sipariş vermişlerdi.
Tagliatelle Con Pollo'nun oldukça  standart bir tadı vardı. Bir yedikten sonra bir daha yemek için getirtmez belki ama kötü veya lezzetsiz demek haksızlık olur.
Gelelim risottoya, ben risottoyu ilk kez Venedik'in esnaf lokantası olan; Rosticceria Gislon'da denemiştim. Lezzet açısından çok methedildiği için Gislon'daki versiyonunu temel alarak kıyaslama yapmam gerekirse nişasta-tereyağı oranının tam dengelenememesi nedeniyle kıvam konusunda eksikti demek yanlış olmaz. Tabi ki ne İstanbul Venedik ne de il Padrino Gislon... Demem o ki İstanbul'da varsa alternatif, bulunuz ve tadınız. Ancak bir risotto yiyeyim, standartlarım İtalya'daki restoranlar değil derseniz, İl Padrino uzaklarda değilse risotto yenilebilir. Sıradaki yemeğimiz; lazanya. Lazanya
en risksiz lezzetlerden biri. Tabi ki zincir restoran mantalitesindeki bir restoranda kalite düşme
ihtimali çok yüksek olabilir. Ancak henüz franchising yapılanmasına geçmemiş ve konsept olarak italyan mutfağını benimsemiş, il Padrino benzeri restoranlarda Lazanya sizi olumsuz anlamda pek de şaşırtmaz. Kayda değer şekilde lezzetli olursa o bonusu olur ama dediğim gibi bu tarz mekanlarda kötü olma gibi bir lüksü yok. Açsanız lazanya karın doyurmak için belki iyi bir seçenek olmayabilir evet ama lazanya severler için yine il Padrino'ya bir kere de olsa gidilebilecek yerler listesinde yer vermekte fayda var. Son olarak piliç strogonof, evet bu da ne kadar kötü olabilir ki diyebileceğimiz bir tat. Belki de o kadar denediğimiz yemekler arasında en lezzetli olanıydı. Kaldı ki piliç strogonof bu kadar lezzetliyse dana strogonof da ondan aşağı kalır yanı yoktur diye düşündürtmedi değil. Diğer lezzetleri deneme fırsatımız olmadı. Dolayısıyla yemek tercihi yapacaklar için bu 4 lezzetten biri arasında kararsız kalanlar için belki biraz fikir vermiştir diye umuyorum. Yemekleri bir kenara
bırakıp diğer detaylardan bahsedecek olursak, ilk bahsetmek istediğim şey restoranın atmosferi olabilir. İçeriye adımınızı attığınız anda biraz önce caddede olduğunuzu oranın İstanbul olduğunu bir anda unutuyorsunuz. Oldukça samimi bir ortamı var. İlerleyen saatlerde yoğunluğun artmasıyla kalabalık bir ortama dönüşmesine rağmen biz hiç bir şekilde rahatsız olmadık; konuşmalardan, gürültülerden. Farklı atmosferler denemek isteyenler için tavsiye edilebilir. Olumsuzluklardan bahsetmek gerekirse; bizim masadaki sohbetin koyulaşmasıyla yemek yedikten bir süre sonra daha masada kalmıştık. Çay-kahve seansı da bitince garsonlar tarafından belirli zaman aralıklarıyla bir şey isteyip istemediğimiz sorularak "hadi kalkın, boş masa kalmadı" mesajı alttan alttan verilmiş oldu. Biz de mesajı aldıktan sonra mekandan ayrılıp kahve içmeye cadde üzerindeki bir kafeye geçtik. Demem o ki kalabalık bir saatte gittiyseniz yemeğinizi yedikten sonra sohbet için bir süre daha oturulabilecek bir mekan olmamasından dolayı çay, kahve ve sohbet için restorandan sonra başka bir mekanı daha gözünüze kestirirseniz hiç fena olmaz. Fiyat konusunda da normalin biraz üstünde ama hem ortam hem de "italyan mutfağı" etiketlerinden dolayı bu ücretlendirmeyi kendilerine hak görmeleri çok da şaşırtıcı değil açıkcası. Velhasıl kelam standart bir italyan restoranı beklentisiyle giderseniz pekala memnun ayrılabilirsiniz, ancak büyük beklentilerle giderseniz bir de benzer lezzetleri ana vatanında deneme fırsatınız olmuşsa ne yazık ki mekan tam bir hayal kırıklığı.
Bu yazımızı da, izleyenler için Solino'nun bir sahnesini gözünüzün önüne getirecek şu sıcacık italyan şarkıyla tamamlamak istiyorum.


10 Temmuz 2016 Pazar

B for Brownie

Çikolata ağırlıklı tatlılarla aram iyi olmasa da Brownie deyince akan sular durur. Çünkü Brownie Coffee Break'tir, Brownie Bilkent'tir, Brownie kahvedir, kütüphanedir... Brownie benim üniversite yıllarımdır. Nerede ne zaman yediysem hiç biri de Coffee Break'teki lalettayin streç filme sarılmış, özel istek üzerine mikrodalga fırında ısıtılmış ve üzeri çikolata sosu ile kaplanmış o güzelim brownie'nin yerini tutmadı, tutamadı. Hep öyle kalsın diye çok fazla yerde de denemedim açıkcası. Coffee Break brownie'sini bu kadar methettikten ve üniversite yıllarını yad ettikten sonra bu brownie'nin hikayesini anlatmaya başlayabilrim sanırım. Çoğunuzun Facebook'tan aşina olduğu üzere bir tastemade videosunun etkisi altında kalmanın bir ürünü bu brownie. Hızlandırılmış görüntülere aldanıp çok kolay olacağı ve kısa süreceği yanılgısına kapıldım. Açıkcası malzeme miktarının az olması işimi kolaylaştırsa da benmari usulüyle eritilmesi gereken bir çikolatanın varlığı beni biraz üşendirmedi değil ama denemekten zarar gelmez deyip hemen tarifi denemeye koyuldum. Cezbedici tarifimizin videosuna şuradan ulaşmak mümkün. Daha kalıcı olması adına sizin için tarifi satırlara döktüm, yetmedi bir de Türkçe'ye çevirdim, her ne kadar beni zorladıysa da(!)... Buyrun aşırı aşırı yoğun çikolata aromalı brownie tarifi. (Dikkat!! ağır çikolata müptelası değilseniz bu tarif size biraz fazla gelebilir. Tariften önceki son çıkış burası.)

Malzemeler:
* 1.5 su bardağı nutella
* 7 yemek kaşığı tereyağ
* 2 yumurta
* yarım su bardağı şeker
*3/4 su bardağı un

Öncelikle nutellayı benmari usulüyle eritiyoruz üzerine eritilmiş tereyeğını ekliyoruz. Ayrı bir kapta yumurta ve şekeri çırpıyoruz. Daha sonra nutellalı karışımımızı, yumurta ve şekeri çırptığımız kaba ekleyip karıştırıyoruz. Homojen bir karışım elde ettikten sonra unu ekleyip tekrar karıştırıyoruz. Karışımı tepsiye aldıktan sonra belirli aralıklarla üstüne nutella ekliyoruz ve önceden 180 derece ısıtılmış fırında 40 dakika pişiriyoruz. 40 dakika sonunda bol nutellalı brownie'miz servise hazır oluyor.

Bolu'dan gelen lezzet; Patates Çorbası

Efendim bunun parçalı patatesli olanı da var. Daha önce bir kaç kez denemişliğim var ancak ben robottan gerçirilmiş haliyle daha çok seviyorum. O nedenle bu denememde çorbayı bu hale getirdim. Bu çorba, evde malzeme eksikliği yaşandığı zamanlarda iyi bir alternatif olması sebebiyle tercih edilebilir. Çünkü bir evde hiç bir malzeme yoksa bile mutlaka patates ve soğan vardır. Bu tarifte de kilit malzemelerimiz patates ve soğan. Ekstra bir de sütümüz var. Süt her daim evde olmayabilir ama bu lezetten mahrum kalmamak adına süt de bir şekilde temin edilebilir bence. O halde detay kısmını fazla uzatmadan hemen Bolu usulü patates çorbasının malzeme ve yapılış aşamalarına geçmek istiyorum.

Malzemeler:
* 3 adet patates 
* 1 adet kuru soğan
* 1 tatlı kaşığı un
* 3 su bardağı su
* 1 su bardağı süt

üzeri için;
* tereyağı
* pul biber

Patates ve soğanları küp küp doğrayıp tencerede kavuruyoruz. Üzerine unu ekleyip biraz daha kavurduktan sonra ılık süt ve suyu ekliyoruz. Kaynayana kadar karıştırıyoruz. Kaynamaya başladıktan sonra altını kısıp yarım saat pişmeye bırakıyoruz. Ocaktan almaya yakın isteğe göre tuz ve karabiberini ekleyip çorbayı blenderdan geçiriyoruz. Üzeri için tereyağını eritip içine kırmızı pul biberi ekliyoruz ve bu sosu çorbayı servis ederken üzerine döküyoruz ve Bolu usulü patates çorbamız hazırlanmış oluyor. Lezzeti arttırmak adına tavuk suyu da eklenebilir.






Bakın bunu Çinliler bile bilmez; "Çin Böreği"


Bu böreğin bize kadar ulaşması mı, tarifin bu kadar değişmesi mi yoksa benim bu tarifi bu hale getirebilmem mi daha ilginç bilinmez. Her şey çin böreği kisvesi altında, harcı içli köfteyle birebir aynı yufka ile sarılmış bir böreğin evimize girmesiyle başladı. Annem bu böreğin çin böreği olduğunu iddia etse de bu durumu sorgulayabilecek yaşa ulaşamadığımız için belli bir süre bu şekilde kandırılmıştık. Sonraları bir şekilde ortadan kaybolan bu börek (annemin belli dönemler belli tariflere saplantılı derecede bağlanması ve hevesi geçer geçmez o tarifin bir daha gün yüzüne çıkmamasıyla kaybolan lezzet değerlerimiz) yıllar sonra bir restoranın menüsünde kendine yer edinmiş ve benim de gözümden kaçmamıştı. Kısa bir iç geçirme ve anılar silsilesinin ardından vereceğim sipariş kesinleşmişti bile. Çin böreği olacağını düşündüğüm siparişin gelmesiyle birlikte geçmişimdeki çin böreğiyle ilgili yaşanmışlıkların koskoca bir yalandan ibaret olduğu hissiyatı vuku bulmuştu bedenimde. Gelen böreği tatmamla birlikte aslında bu da fena değil diye düşünmedim değil. Sonraları bu versiyonunu daha çok bile sevmiştim oysaki, ne de olsa alternatif versiyonu çoktan tedavülden kalkmıştı. Sürekli, bir ara ben de denerim dediysem de bir türlü denk gelmedi ve ben bir türlü deneyemedim bu restoran formatındaki çin böreğini. Geçenlerde tavuklu noodle'dan arta kalan malzemeleri bir kenara ayırdım. Çünkü artık ben de restoran usulü çin böreğini deneyecektim ama her nedense eski yaşanmışlıkları silip atamadım bir türlü. Hep bir kenarda annemin yaptığı gibi içinde kıyma ve ceviz de olması gerekir düşüncesi beni yiyip bitirdi. Sonra neden böyle bir sentez olmasın ki diye düşündüm. Hem Anadolu mutfağının izleri olsun hem de Asya mutfağının... Neden olmasındı? öyle değil miydi? Sonra bu eser ortaya çıktı. Bence iyi de oldu. Her iki kültürden de kopamayanlar için gelsin bu tarif.

Malzemeler:
* 350 gr kıyma
* yarım su bardağı ceviz
* 2 adet havuç
* 1 adet kabak
* 1 tutam yeşil soğan
* soya filizi
* soya sosu
* kırmızı pul biber
* acı biber sosu
* 3 yaprak yufka
* 2 yumurta
* galeta unu


Öncelikle havuç ve kabağı rendeliyoruz. Soğanları doğruyoruz. Paralelde kıymayı tavada kavuruyoruz. Havuç, kabak ve soğanı da tavaya ekliyoruz. Kıymalar pembeliğini kaybedince soya filizini de ekleyip soya sosuyla beraber pişirmeye devam ediyoruz. İsteğe göre kırmızı pul biber ve acı biber sosu ekleyip (acı tercih ederseniz) havuçlar yumuşayana kadar pişmeye bırakıyoruz. Havuçlar diri dursun derseniz pişme süresini arzuya göre kısaltabilirsiniz. Yufkaları 4 eşit dilime ayırıp her bir parçaya istenilen miktarda harcı ekleyip sarmaya başlıyoruz. Sardığımız börekleri önce çırpılmış yumurtalara ardından da galeta ununa bulayıp yağda kızartıyoruz ve ta daa kültürel kimlik sorunu yaşayan çin böreğimiz hazır!!

1 Nisan 2016 Cuma

♥ Sütlaşk ♥

Sizi lezzetli paylaşımlardan mahrum bırakalı 400 günü bulmuşken yeniden merhaba demenin vakti
gelmiş de geçmiş bile. Neyse ki bir takım değişiklikler, özel hayattaki dalgalanmalar, yeni başlangıçlar ve sonsuz bitişlerin ardından yine burada buluşmak güzel şey. Aslına bakarsanız araya
bu kadar zaman koymak hiç de hesapta yoktu. Taslakta bekleyen ve tamamlanması bir türlü mümkün olmayan upuzuuuun bir İtalyan mutfağı yazısının üzerine Grooveshark darbesi yiyen bünyemin bir daha buralara uğramayışı pek de şaşırtıcı değil gibi. Mükemmel peynirleri konu alan bir önceki paylaşımın üstüne detaylı bir İtalya değerlendirmesi hiç de fena gitmez diye düşünmüştüm ki, bahsi geçen yazıyı, söylenecek çok şey olmasından mütevellit sonlandırmak mümkün olmadı ve sonu gelmeyen yazıyı paylaşmak da mümkün olmayınca haliyle paylaşımın olmadığı buraya uğramak da mümkün olmadı en nihayetinde var olan paylaşımlara göz gezdirirken yazı müziklerinin de Grooveshark'ın kapanmasıyla uçtuğunu görünce buralardan bir süre uzaklaşmak farz oldu. Bu kadar sürenin ardından sizinle "bal porsuklarının" bayıldığı bir tarifi paylaşmak istiyorum. Basit gibi görünüp ev ortamında kusursuz olanına çok sık rastlamadığımız bir tatlı; fırın sütlaç. Şimdiye kadar ev yapımı sütlaçlara dayanarak şunu söyleyebilirim ki sütlaç adı altında ya şekerli bir pirinç pilavı ya da şekerli süt içinde yüzen pirinç tanelerinden başka bir şey yiyemedim henüz ev ortamlarında. Bir tatlı bu kadar basitken nasıl bu kadar zor olabiliyor? Ben malzemeleri listeleyeyim, yapılışını anlatayım 3 denemeden 2sinde başarılı sonuç almış aşağıdaki tarife bir göz atalım isterseniz.

Malzemeler:
* 1 Litre süt
* 1 su bardağı şeker
* yarım su bardağı pirinç
* 3 yemek kaşığı buğday nişastası
* 1 paket vanilya
* 2 su bardağı su

Öncelikle pirinçleri bir kaba alıp su berraklaşana kadar yıkıyoruz. Bir tencereye 2 su bardağı suyu ve pirinçleri ekleyip haşlıyoruz. Haşlanan pirinçlerin üzerine sütü ve vanilyayı ekleyip kaynatmaya bırakıyoruz. Kaynamaya başladığı anda şekeri ve 1/3 su bardağı süt ile önceden karıştırdığımız 3 yemek kaşığı buğday nişastasını ekliyoruz. 10-15 dakika daha kaynamaya bırakıp ocağı kapatıyoruz. Daha sonra fırına girebilen kaselere paylaştırıp tepsiye diziyoruz. Tepsinin içine de kaselerin yarısına gelecek kadar su ekliyoruz. Önceden ısıtılmış 200 derece fırında üzeri kızarana dek bekletiyoruz. Üstünün kızarması için yumurta sarısından faydalanabilirsiniz.


You're The One That I Want from The Lennings on Myspace.

8 Şubat 2015 Pazar

Oh Cheeses!

En başından sizi uyarayım; bu yazı aşırı miktarda peynir sevgisi ve hayranlığı içerir. Peynirin
methedilmesi gereken bir şey olduğunu düşünmeye başlamamın üzerinden çok da zaman geçmedi aslında. Fazla derin geçmişi olmayan bu hayranlığımın bana neler neler yaptırabileceği beni bile hayrete düşürüyor bazen. 3-4 ay önce bir sitede dünyanın en iyi peynirlerinin olduğu yerlerin listesiyle karşılaşmıştım. Liste o kadar da uzun değildi aslına bakarsanız. Altı üstü 3 ülke vardı listede; Fransa, Hollanda ve İtalya. Her ne kadar bu detaylar üzerine, sizde yüzeysel bir liste izlenimi uyandırmış olsa da öyle değildi aslında. Peyniriyle ünlü hemen hemen her köyün adı vardı, bununla da kalmayıp turistik amaçla gittiyseniz ve köyleri ziyaret edecek kadar vaktiniz yoksa şehir merkezlerinde kurulan ve kaliteli peynirler bulabileceğiniz pazarların adresleri ve hangi günler kurulduğu bilgileri de yer alıyordu. Siteyle karşılaştıktan sonra saatlerce gözlerimi ayıramadım sayfadan. Yazının her satırını okuduktan sonra yapılacaklar listesine bir yenisi daha eklenmişti; en yakın zamanda ya İtalya'ya ya da Hollanda'ya gidilecekti. Fransa da oldukça cezbedici bir seçenek gibi dursa da daha önce gittiğim için elenmişti. Her ne kadar bu seyahati peynir için planlasam da işin inkar edilemeyecek turistik bir boyutu da vardı. Bu kadar çabuk gerçekleşmesini beklemiyordum ama iki hafta sonra uçak biletlerini almıştım bile. 1 ay sonra İtalya'ya gidiyordum. Seyahatimize 1 hafta kala henüz kalacağımız oteller ve bineceğimiz trenler bile belli değilken hangi peynirleri nerede bulacağımın tam listesi vardı elimde. Bununla da yetinmeyip hazır böyle bir imkan bulmuşken Michelin yıldızlı restoran da deneriz diye gerekli araştırmaları da yapmıştım aynı süre zarfında. Bununla ilgili detayları daha sonraki bir yazımda paylaşmayı planlıyorum. Tekrar peynirlere dönecek olursak, seyahatimize günler kala elimde belki de bir ansiklopedi oluşturabilecek kadar döküman vardı. Gezmeyi planladığımız şehirlere göre hangi peynirleri bulabileceğimi belirleyip hepsinin nasıl muhafaza edileceğini öğrendim. Bazı peynirleri bu aşamada elemek zorunda kaldım. Malum bir kısmının muhafaza edilmesi için buzdolabı şarttı. Bu kriter yetmiyormuş gibi gezinin başında bulduğum her peyniri alırsam gezi boyunca taşıma sorunsalı vardı bir de hesaba katılması gereken. Tüm bu düşüncelerle kafamda büyük bir mücadele verirken bir yandan da fiziksel olarak, bavulun yarısını peynirler için boş bırakabilmek için büyük bir çaba sarf ediyordum. Bu hazırlık aşamalarını atlayıp izninizle hemen peynirlere geçmek istiyorum.

-- Parmigiano Reggiano --

Bildiğimiz parmesan... Aslında bu şekilde tezgah ürünü şeklinde almak istemezdim parmesanı ama ne yazık ki şartlar bunu gerektirdi. Hem fiyat hem de nakliyat kısıtlamaları beni bunu almaya zorladı. Bu paketi aldıktan sonra kendimi kullanımı rahat tesellisiyle kandırdıysam da neden bütün haliyle almadım diye çokca üzülecektim seyahatten döndükten sonra. Hayıflanma hikayesini burada bırakıp hemen parmesanla ilgili genel kültür kısmına geçiş yapıyorum. İtalya'yı İtalya yapan, İtalyan peynirlerinin mihenk taşı, yıllandıkça güzelleşen, mükemmel bir peynir, parmesan. Kaliteli bir parmesan en az 2-3 yıl dinlendirilmiş olmalı. Genellikle makarna ve risotto tariflerinde karşımıza çıkan parmesanın tercih edileni "ilkbahar parmagianosu"dur. İlkbaharda düşük yağ oranına sahip olmasıyla parmesan daha kuru haldedir ve rengi de açıktır. Yaz parmesanının aroması daha yoğun ve rengi de oldukça koyudur. Makarnalarla servis edileni çoğunlukla yaz parmesanıdır.

  Künye
Pastörize edilmemiş inek sütünden yapılır.
Menşei: İtalya
Bölge : Parma , Reggio Emilia , Modena , Bologna , Mantua İller
Familya: Parmesan
Tür: Sert
Yağ içeriği : 25,83 gr / 100g 
Kalsiyum içeriği : 1184 mg / 100g 
Doku : Yoğun ve grenli
Dış yüzey: Doğal
Renk : saman
Lezzet : meyveli , ceviz , kekik, keskin 
Aroma : Güçlü 
Vejetaryen : Hayır


-- Scamorza Affumicato --

Bunun karşılığına da füme peynir diyebiliriz sanırım. Farklı bölgelerde farklı formatlarda karşımıza çıkan bu peynirin tütsülenmiş, isli bir tadı vardı. Dilimlenmemiş, bütün hali armutu andıran füme peynirin Romanya'daki adı Cașcaval olarak geçerken bazı yörelerde de kaşkaval adıyla karşımıza çıkması mümkün. Benzeri bir peyniri Moldova'ya gittiğim zaman ilk kez tatmıştım. Yemeklerde kullanmaktan ziyade tek başına aperatif olarak kullanılası tok bir tada sahip. 2 haftalık dinlenme süresinin ardından 10-15 dakikalık saman alevi üzerinde tütsülenir ve peynir hazır hale gelir. Esas tadı sütlü kremsi bir halde olan peynirin tütsülenmesiyle karamelsi bir aroma alır. Mozzarellaya alternatif olarak kullanılabilir. Mozzarellaya göre daha kuru bir yapısı vardır, erimeye müsait bir peynirdir.

Künye
Pastörize inek sütü veya koyun inek sütü karışımından yapılır.
Menşei : İtalya 
Bölge : Puglia , Campania ve Molise 
Familya : Makarna filata 
Tür: yarı yumuşak 
Doku : lifli
Dış yüzey: Doğal
Renk : Beyaz 
Lezzet : sütlü, kremsi, isli 
Aroma : taze , sütlü , duman 
Vejetaryen : Hayır

-- Provolone --

Aldığım bütün peynirlerin hepsi birbirinden iyiydi. Kıyaslama yapmak pek mümkün olmadı. Ancak bu peynir için söyleyebileceğim fazladan bir kaç şey var. Tadımı bu kadar yumuşak olan başka bir peynir daha yemedim sanırım. Kaşar peyniri andıran bir lezzete sahip ama çok yenildiğinde damakta burukluk bırakan bir tadı yok. Yemeye başladığımda bağımlılık yaptığı için sonsuz dilimlere ayrıldı bu peynir. Aldığım provolone "Provolone Dolce" olarak geçiyordu. Sonradan araştırdığımda iki ana farklı türünün olduğunu öğrendim. Biri benim aldığım; "Provolone Dolce" diğeri ise; "Provolone Piccante" idi. Dolce'nin tadı Piccante'ye göre daha tatlıymış. Piccante'nin daha keskin bir tadı varmış. Ev yapımı ekmekle servis edilebilir.

Künye
Pastörize veya pastörize edilmemiş inek sütünden yapılır. 
Menşei : İtalya 
Bölge : Po vadisi bölgesi 
Familya : Makarna filata 
Tür: Yarı sert 
Doku : grenli ve açık 
Dış yüzey : mumlu 
Renk : soluk sarı 
Lezzet : tereyağı , keskin , hafif , baharatlı , tatlı
Aroma : Hoş

-- Croste Formaggio --

Yemeklere katmak için biçilmiş kaftan. Peynirin dahil edilebileceği hangi yemeğin içine katsan mükemmel oluyor. Aperatif olarak yemek mümkün değil. İnanılmaz sert bir yapısı var. Arka plandaki keskin ve tereyağlı aromasıyla makarnalarla mükemmel bir uyum yakalayabiliyor. Parmesandan daha ağır ama alternatifi olarak kullanılabilir. Tuz oranı yüksek olan bu peynirin dinlenme süresi 8 ile 12 ay arasında değişiyor. Rendelemek veya dilimlemek için baya bir güç sarf etmeniz gerekiyor. Eritmeye müsait değil ama aroma vermesi açısından bütün bir halde yemek ve bazı çorbaların içinde kullandım. Rendeleyip makarnalarda da kullandım. Yemeklere inanılmaz bir aroma veren hoş bir peynir. 

Künye
Pastörize veya pastörize edilmemiş inek ya da koyun sütünden yapılır. 
Menşei : İtalya 
Bölge : Lazio , Sardinya 
Familya : Pecorino 
Tür: Sert 
Yağ içeriği : % 50 
Doku : ufalanan , yoğun lapa lapa ve grenli 
Dış yüzey : Doğal 
Renk : soluk sarı 
Lezzet : tuzlu , keskin , baharatlı 
Aroma : güçlü 
Vejetaryen : Hayır


Evet peynir sevdası yaklaşık olarak böyle bir şey. Peynirlerle ilgili merak ettiğiniz bir şey varsa sizi buraya yönlendirebilirim. Gerekli detaylara internette farklı kaynaklardan da ulaşmak mümkün. Ben fazla ayrıntıya girmedim. Nitekim fazla peynir çeşidi deneme fırsatım olmadı taşıma kısıtlamasından ötürü. Yine de kendimi bu konuda şanslı hissetmeme engel değil tabi ki. Demem o ki; peynir güzel şey, yiyelim!


                                     Tango D'Amore by Cafe Roma Ensemble on Grooveshark
Recipe Blogs - BlogCatalog Blog Directory